BİR LAVİNİA MESELESİ

LALE BELKIS- YAĞIZ YILMAZ

O, Türk Sineması Yeşilçam’ın “Kötü Kadın” lakaplı dev aktrisi, beyazperdeden kulaklarımıza sızan meşhur kahkahanın sahibi, tiyatro sahnesine ilk adım atan Cumhuriyet kadınlarından birisi. 

Yüzlerce tiyatro oyunu, film ve dizide rol almış, onlarca şarkının sesi ve bestecisi olmuş, dublaj sanatçısı, Türkiye’nin ilk millî mankeni, yazar ve ressam LALE BELKIS ile buluştuk; şair Özdemir Asaf ile dostluğunu, “Lavinia” şiirinin kendisine yazıldığı bilinen, Belkıs’ın öğretmeni ve yakın dostu olan Mevhibe Meziyet Beyat’ı ve de bu şiirin oluşum sürecinde Asaf ve Beyat ile yaşadığı anektodları konuştuk… 

Belkıs’ın bir tarihe eşlik eden aşka dair bilgi paylaşımları-açıklamaları geçmişten günümüze uzanan efsanelere son verip gerçekleri göz önüne sermekte…

Ne o? Tanıdık geldi mi? 

Hem de pek tanıdık geldi! Ah ne güzel şiirdir… Canım Özdemir’ciğim (Asaf ) tam anlamıyla bir kalem dehası, yoğun duygular atlasıydı. Her anını aşkla, sevgiyle ve bu olgulara olan hassaslığıyla geçiren bir güzel insandı. Birçok turnemize geldi, birlikte karış karış yurt dışını gezdik. Yattığı yer incitmesin dilerim. 

Özdemir Asaf ile dostluğunuzu biliyoruz. Peki ya akademiden öğretmeniniz, aynı zamanda yakın dostunuz Mevhibe Meziyet Beyat… Veyahut Lavinia mı demeliyim? 

Lavinia! Fakat her şey bir yana gerçekten de varlığına nice şiir yazılacak bir kadındı, öyle büyülü, öyle güzel, öyle eşsizdi… Bir tanem benim, öyle ilahiydi ki konuşurken hep gülümseyen, ışıklar saçan bir kadındı. “Güzel” sözcüğü bile güzelliği karşısında yetersiz kalan eşsiz bir sanatçı, ressamdı. Bugün Lale Belkıs olduysam, onun sayesindedir. Beni buralara getiren, podyuma çıkmamı sağlayan, sektörün dev isimlerine öneren de kendisidir. 

Asaf, boşuna âşık olmamış diyorsunuz yani… 

Kesinlikle öyle… Ama Asaf da çok yakışıklı, son derece centilmen, entelektüel ve merhametli bir kişiydi. Onun da çok seveni vardı, ama onun aklında yalnızca Beyat vardı, onun zarifliğine vurulmuştu, hasta olmuştu resmen. Gerçi, Lavinia da “Muhteşem zarif bir çiçek, Nam-ı diğer ölüm çiçeği. “Hayalimdeki muhteşem sevgili.” demek değil mi? Daha ne söyleyeyim ki… Çok duygulandım… Kim bilir, belki de Özdemir bu şiirin adını uzamda parlayan aşkın sembolünü ölümle birleştirerek “Lavinia” koymuştur… 

Aslında anlattıklarınızla bir nevi bir tarihe hitap etmektesiniz. Hatta bir efsanenin oluşum sürecine tanık olan günümüzdeki tek isimsiniz. Bizleri bundan mahrum bırakmayın, lütfen etraflıca anlatın lütfen… 

Ben bu zamana kadar bu konuyla ilgili hiç konuşmadım. En son yine sana bir şeyler söylemiştim -ki belli ki senin bu konuyu kapatmaya hiç niyetin yok, sen de kurtul ben de kurtulayım bari! (Gülüyor.) Evet… Talebelik günleriydi… İkisi de çok sevdiğim birer dostum olduğu için bu konuda ne söylesem doğru olur bilemiyorum ama ortada tam hâliyle imkânsız bir aşk vardı. Özdemir Mevhibe’ye, Mevhibe ise deliler gibi İlhan’a (Selçuk) aşıktı. Bir kavuşma olmadı. Olamazdı. Zira Mevhibe, Özdemir’in kendisine olan aşkını ve “Lavinia”nın o olduğunu Özdemir vefat ettikten sonra öğrendi. 

Siz niye söylemediniz? 

Aaa a! Olur mu öyle şey? Ne haddimize… O zamanlar bugünün zamanlarıyla bir değildi ki… Ayıp, edep, görgü, centilmenlik ve nezaket vardı… Hani sohbetimizin başında, şiiri okurken -tanıdık geldi mi?- diye sordun ya, şimdi de ben sormak istiyorum… Sence 21. y.y’da bu saydığım etken maddeler, günümüz insanlarına tanıdık geliyor mu? Hiç zannetmem… İşte bizler öyleydik, öyle bir devirde yaşadık, bu aşk da öyle bir ana hitap etti, adını altın harflerle yazdırdı Türk Edebiyatı’na… Ama belki de hayırlısı böyleymiş, nasip denilen şey onlar için buymuş belki de… Hem Özdemir söylememizi istemezdi, sır gibi adamdı, sırlarla da göçüp gitti. 

Sonrasında ne oldu peki, Beyat ne yaptı? 

Sonrasında onlar İlhan ile evlendiler fakat çok geçmeden ayrıldılar. Ama bu konuda içim çok acısa da gerçeği söyleyeyim mi? Ne yazık ki “Lavinia”nın tek gerçek aşkı İlhan’dı… Ah… (İç çekiyor.) 

Siz ne olsun isterdiniz? Bu hikâyenin sonu nasıl bitmeliydi? 

Bilmem, belki de bitmemeliydi… Hayatta bazı hikayelerin sonu bitmemelidir, yarım kalmak da olağandır. Hem mutlu son diye bir şey yoktur, herkes sonunu kendi yazar. Boşuna mı o ismi verdi o aşka? İşte, görmek lazım. Bizler ise artık yalnızca bakıyoruz. Sevebilmek için görmek gerekiyor, en ince ayrıntısına kadar. Bahsettiğim şey tanımak değil. Evet, bir insanı tanımak şart ama sevmek o kadar ilahi bir duygu ki! Hele karşındaki kişinin kalbinde nice güzelliği görebiliyorsan, koşulsuz… Bir de baktıklarında kendini görenler var… Ben herkese öylesini diliyorum. Çünkü güzel bir kalpte, üstelik kalbin o kalp için atıyorsa, kendini görmenin mutluluğu eşsiz bir deneyim… Hikâyenin sonuna gelecek olursak, bir mesele işte, bir Lavinia meselesi! Bir son olmamış iyi ki. Nedeni ise, bir tane hayatımız var, bir kez geliyoruz şu dünyaya, onu da güzel geçirmek, yaşamak şart. Ha tabii, isteyen depresif de yaşayabilir. Ben diyorum ki; herkes kendi hikâyesini en güzel renkli kalemlerle yazsın ya da hayat tablolarını en şairane detaylarıyla boyasın. Biliyor musunuz, Özdemir belki çok acı çekti ama eminim ki “İyi ki de yaşamışım!” dedi. Öyle olsun işte, her birinizin hayatı iyi kilerle dolsun! 

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN