EYLÜL İÇİN PEŞREV

ERCAN YILMAZ

Yaz Sonu

Yazın son günü. Yahya Kemal, o gerçekten müstesna şiirinde mevsim sonunu gaib bir müsiki gibi duyduğunu söylüyor:

“Mevsim sonu öyle bir zaman ki

Gaib bir müsikiydi sanki”

‘Sanki’ dediğine bakmayın, ‘öyledir’ demek istiyor; mevsim sonu tastamam gaib bir müsikidir. Sadece ‘gaib’ mi? Bana göre hem ‘gaib’ hem hazin. Rilke (daima Rilke) bu gaib ve hazin müsikiyi duyanların başında gelir. Çünkü şöyle yakarmıştır Güz Günü şiirinde:

“Tanrım: vakit geldi. çok büyüktü yaz.

Düşsün üstüne gölgen güneş saatlerinin

ve yeller sal çimenler üstüne biraz.

Son meyveler de olsun sen buyur ki;

iki güney günü daha bağışla,

onları yetkinliğe doğru zorla

ve izle son tadı ağır şaraptaki.

Ev kurmaz evsiz olan bundan böyle.

Yalnız olan yalnız kalır uzun zaman;

uyanır, okur, uzun mektuplar yazar bazen;

ve ağaçlı yollarda tedirgin, öyle

gezinir, yapraklar uçarken savrularaktan.”

Düşmeyi ellerimde mi tutayım yoksa uzun mektuplar

mı yazayım?

Bağbozumu

‘Bağbozumu’ kelimesinin içerdiklerinden, en azından pratik anlamda, uzak bir yaşantım olmasına rağmen, güz hep bu kelimeyle, ‘bağbozumu’ ile vücut bulmuştur bende. Bozulan ‘bağ’larda kurulan nedir? çıplak ayaklarıyla üzümleri ezen bir kızın yüzündeki şark çıbanından bahsediyorum bir şiirimde. Oysa ne böyle bir kız görmüşlüğüm var ne de yüzündeki şark çıbanını bir kızın… Belki de ‘üzüm kızı’ terkibinin bana yapıp ettikleridir bütün bunlar. ‘Acı bellek’ işte; yalanı değil ama yaşanmamış olanı bile bir hatıraya dönüştürüyor.

Ve Hz. Pir:

“Ey nûr-ı mâ ey sûr-i mâ ey dovlet-i mansûr-ı mâ

Cûşî binih der şûr-i mâ tâ mey şeved engûr-i mâ”

(Nurumuz, surumuz, devlet-i mansurumuz. Coştur

heyecanımızı, şarap olsun üzümümüz.)

Rüzgar

Rüzgarı seviyorum. Tanrı’nın nefesi çünkü o. Sırtımda ürperti duyuyorum rüzgarlı zamanlarda, karnımda hafif bir sızı, boşluk. İnsanın asıl kalbi karnıdır demiştim yıllar önce. Saçlarımın savruluşunu hayal ediyorum, evet saçlarımın. Bu dağınıklık ruhuma iyi geliyor. Aylaklık. Rüzgarlı bayırlarda koşmak…. Rüzgar ‘şimdi’yi ezoterik bir anlama bürüyor. Belki de ‘şimdi’yi ‘mazi’leştiriyor demeliydim. Schopenhauer’a selam, Borgson’a da. İstençsiz belleğimi ters çeviriyorum. Tıpkı ters çevirip tinime giydiğim rüzgar gibi.

Rüzgar, güz ikindilerinde, ince ve uzun parmaklarıyla saçlarımı karıştırıyor…

‘Cam Hançer’

Şairin “cam han.eri güzün/dağılırdı kalbimde” dizelerini okuduğumda kavradım eylülün anlamını: Yapraklar dökülüyor, peki bunun anlamı ne? çorak ülke şairi ayların en zalimi olarak ‘nisan’ı gösteriyor. Bana göreyse ‘eylül’ ayların en zalimi. Bu, sevgiliye ‘zalim’ demek gibi bir şey. Defterlere bulutların gölgesi düşer, suların teni de tini de titrer, herkes kendi güzünü yaşar, kendi eylülünü… Bir cam üfleme ustasının çırağı bile olamayan ben seyrediyorum özemi. Kalbim, bir cam hançer oldu, güze saplanıyor; eylüle…

Eylülde Bursa

Rilke’nin duası kabul oldu. Tanrı iki değil tam dört yaz günü daha bağışladı. Yazın bittiği her yerde söyleniyorken, kurbağalar yağmurları çağırıyorken… Bursa’yı Tanpınar’ın ‘Bursa’da Zaman’ ve Hilmi Yavuz’un ‘Bursa ve Zaman’ şiirleriyle dolaşıyorum; “dolaşıyor labirentte yumak.” Aklıma yıllar evvel yazdığım bir dize düşüyor: “kaftanı ıslandı mahremiyetin.” Evet, bu mısra ile Bursa’yı sırlıyorum, ki baktığımda ona, ‘nihan’ olayım. Ben baktığımda nihan olduğumu nasıl göreceğim, nihan olmuşsam? Bir başkasının şahit olması gerek nihan olmuşluğuma; ref ’-i taayyün etmemiş biri yani, henüz…

Zamanın balkıdığı şehirler azdır; zaman suretinde görünen… Yunus, zamana büründüm, Bursa diye göründüm dememiş, ben diyorum…

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN