ÜSTATLAR KONUŞUYOR

TURGUT UYAR

SERHAT DEMİREL

Şiire biraz da olsa ilgi duyan herkes mutlaka ondan birkaç dizeyi ezbere söyleyebilir. II. Yeni’nin kare ası kimlerden oluşur, diye sorulsa mutlaka onun adı geçer. Geyikli Gece’nin, Göğe Bakma Durağı’nın şairi, modern Türk şiirinin sembol isimlerinden Turgut Uyar, köşemizin bu ayki misafiri oldu. 

Turgut Uyar, 1927’nin Türkiye’sinde bir başkent çocuğu olarak dünyaya geldi. Askerî okullarda okudu, subaylık yaptı. Şiire ise o yıllarda, henüz öğrenciyken ilgi duydu ve yazmayı hiç bırakmadı. Arzı-ı Hâl (1949), Türkiyem (1952) ve Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959) ile şiirdeki yerini sağlamlaştırdı. Emeklilikten sonra yerleştiği İstanbul onun şehriydi aslında, sanat yaşantısı böylece güç kazandı. 1963’te Tütünler Islak ile Yeditepe, 1982’de ise Kayayı Delen İncir ile Behçet Necatigil ödüllerinin sahibi oldu. Eşi, Türk edebiyatının bir başka güçlü ismi Tomris Uyar, onun en yakınındaki eleştirmeni gibiydi bir bakıma. Onunla şiirinin yatağı daha bir derinleşti, sanata ve hayata ikinci bir gözle bakmaya başladı. 

O, sadece şiir yazan değil şiir üzerine düşünen bir şair. Çıkmazın Güzelliği yahut Efendimiz Acemilik, onun şair adaylarına yön veren, rehberlik eden yazılarından bazıları. Uyar, şairaneliğe hep karşı durdu, sanatta niteliği önemsedi ve bundan asla taviz vermedi. Hayatı nasıl ciddiye aldıysa şiire de öylesine ciddiyetle eğildi. Ustalığın tekdüzeliğindense acemiliğin heyecanını yeğ tuttu daima. Bu bakış açısı onun şiirini de her zaman genç ve yeni kılan unsurlardan biriydi. 

Turgut Uyar, 1985 yılında aramızdan ayrıldı. Bugün birçok genç, şiiri onunla seviyor; acının da sevincin de şairce dile getirildiğinde daha bir yaşanılır olduğunu onunla anlıyor. Yaşını almış olanlarsa Turgut Uyar’ın dizelerinde hâlâ eskimeyen şiir lezzetinin tadına varıyor. Herhâlde bundan yıllar sonra da, yıldızlı bir gökyüzünün altında durup mırıldandığımız şiirleriyle o, durmadan kendini bize hatırlatacak şairlerimizden biri olacaktır. 

“Sabah işine giden, akşama evine dönen adamdan bir Mallarmé çıkıverir.” 

Bir şairi en çok besleyen olaylardan biri herhâlde gurbete gitmektir. Sizin ilk gurbetiniz nereye ve ne zamandı? 

1941 yılında ilk gurbetim. Askerî okula gittim. Konya’ya. Ve ilk kitaplığımı bir arkadaşıma armağan ettim. Portakal sandığından yapmıştım. Yirmi otuz kadar kitap vardı içinde. En değerlisi de Gurbet Yolu adlı kitaptı. 

Askerî okul dediniz… Tabii orada yatılı okudunuz. Nasıl bir iz bıraktı sizde? 

Asker okullarında hiç mutlu olmadım. Genellikle yatılı okullarda mutlu olan çocuk yoktur sanıyorum. Başkalarının, hatta somut başkalarının da değil, hiç kavrayamadığım bir otoritenin belirlediği ve çoğu zaman saçma bulduğunuz bir şeyleri yaşamak… 

Peki, ilk şiiriniz yayımlandığındaki hisleriniz? 

İlk şiirim 1947 yılında Yedigün dergisinde yayınlandı. Çok önemsemedim, heyecanlanmadım. O derginin şiir beğenisinin üst düzeyde olmadığı duygusu vardı içimde. Bir inat sorunuydu benimki. Sonraları, küçücük Kaynak dergisi ile inatlaşmaya başladım. Bir yıl sürdü. Başardım. 

Siz eserlerinizle birden çok edebiyat ödülü almaya hak kazandınız. Bu başarı sizi ne yönde etkiledi? Ödüllere bakış açınızı öğrenebilir miyiz? 

Hiçbir ödüle kendim katılmadım. Hep önerildim. Ödüllere karşı değilim ama yazar ya da şairlerin ödüllere katılmaya zorlanmasını anlamıyorum. Bu, ödüllendirmekten çok, bir yarışma oluyor. Sanat bir at yarışı mıdır? […] Bu yüzden ödülleri ben ikiye ayıyorum. Birincisi, genç yazarlar için özendirme ve yüreklendirme ödülü, ikincisi, yaşlı yazarlar için değerlendirme ödülü. Bu, biçime ilişkin bir ayrım. Bir de ödülün işlevi var. Bunu da iki planda ele almak gerek. Yine 

birincisi, ödül olarak verilen para, ikincisi ödül alan kitabın çok basılıp satması. Her ikisinde de yazar, bir süre için rahat çalışma olanağına kavuşur kanısındayım. 

Şiir bitti ya da artık eskisi gibi iyi şiirler yazılmıyor, şeklindeki görüşler son yıllarda daha sık dile getirilmeye başlandı. Sizin kanaatiniz nedir? 

Şiir çıkmazda. Şimdiye değin ne romanın, ne tiyatronun, ne sinemanın izleyemediği, anlayamadığı bir çıkmazda. Belki yalnız öykü’nün farkına vardığı bir çıkmaz. Bu çıkmazın en önemli sebeplerinden biri şiirin kendi sebep ve sonuçları ise, öbür nedenleri arasında toplumsal koşulların, toplumsal dayanakların değişmesi, yani insanın, insanın alıp verdiklerinin, insan ilişkilerinin değişmesi ise, önemli bir başkası da geri, sorunsuz, bilinçsiz gelişen insanın, dolayısıyla şiirin imkânlarına dar gelen anakronik bir ortamın ve buna bağlı bir şiir ortamının türemesidir. 

Her beğeninin bir ortamı, her tür şiirin bir alıcısı vardır. Yapılmakta olanı kimsenin küçümsemeye hakkı yoktur. Ama budalaca aşk şiirlerinin, budalaca biçim denemelerinin birdenbire yarattığı ortama, ses çıkarmamaya, görmezden gelmeye pek katlanamıyor insan. 

Sizce şair, herkesten farklı hayatlar yaşadığı için mi şairdir yoksa yaşadıklarını herkesten farklı dile getirebildiği için mi? 

Bize kalırsa ozan, birtakım özel durumları olan değil, şiiri seven, şiiri uğraş edinen bir insandır. Belki biraz özel bir yaradılışı vardır o kadar. İşte birtakım olaylar, bu arada sizin başınızdan geçenler, yahut başka türlüleri, bu özel yaradılışı ortaya çıkarana kadar önemli olabilirler. Ondan sonra şiire katılmaktaki, daha doğrusu şiiri yönetmekteki payları biter. Aslında bütün insanlar, en ilkel olanları bile, birtakım zorluklar, tedirginlikler duyarlar. İşte ozan, demin söylediğimiz o özel yaradılışları ve sizin de bileceğiniz gibi daha çok, kültürü, dikkati ve şiir sevgisiyle bunları söyleyebilen, değerlendirebilen, yahut bunlara karşı durabilen insandır. Yaşamasının, ne türlü olursa olsun öbür insanlarınkinden pek ayrımı yoktur. Nasıl ki ozan olabilmek için, büyük âşık, büyük maceracı, büyük yıkılmış olmak yetmezse. Başka birtakım yeteneklere, başka birtakım ölçülere ihtiyaç var. Bunları da ancak çalışma, şiire göre hazırlanma verebilir. Bir yaşamanın öbürlerine pek benzememesi büyük bir şans değildir ozan için. Sabah işine giden, akşama evine dönen adamdan bir Mallarmé çıkıverir. 

Okurlar bir şairin kendi şiirleri ile arasındaki ilişkiyi hep merak eder. Sizin kendi şiirlerinizle aranız nasıldır? Onları sık sık okur musunuz mesela kitabın, derginin sayfalarını çevirip? Ya da ezberinizde midir? 

Yayımlanmış şiirlerimi ve yazılarımı yeniden okumaktan sıkılırım. Daha da öte, görmek bile istemem onları. Sebebini bilmiyorum. Belki başka şiir yazanlar, başka yazarlar da böyledir. Onu da bilmiyorum. 

Şiir dışında yazıyla ilginiz nasıl? Mesela deneme, günlük? 

Deneme yazmak, yazmaya kalkışmak dünyayı bütünüyle kavramaya bağlıdır. Bir eksiklik, yazılan denemeyi yanlış yapmaz, yavan hâle getirir. Montaigne’in deneme yazarı olarak büyüklüğü, kavramak zorunda olduğu dünyanın küçüklüğüyle orantılıdır. Onun kavradığı dünya, kavranması bir akıl için ufak bir dünya idi. 

Güncel olayları yazmayı sevmiyorum. İstemiyorum da. Söz gelimi: “Bugün Arif geldi. Hava yağmurluydu. Ama güzel bir gün oldu nedense?…” gibilerden sözler yazmak beni alçaltıyor gibi. Ama kesinlikle biliyorum, insanın kişi bütünlüğünün yanı sıra, günlük olaylardır biraz da yapısını oluşturan. Karşı durmak, yok saymak olanaksız bunları. 

Hiç günlük yazmadınız mı? 

Günlük tutmaya hep kesinlikle karar veriyorum (bu kesinlikle sözünü çok kullanıyorum) sonra sürdüremiyorum. Sonunda kavradım galiba nedenini: kendimle karşılaşmaktan korkuyorum. Bir sürü yanlışlık yaptım, daha çok eksik yaptım yaptığımı. Onlarla yüz yüze gelmek, üstelik kendi istemimle, ürküntü veriyor bana. 

Gündelik hayatta Turgut Uyar nasıl biridir? Daha çok evde mi vakit geçirir yoksa dışarıda mı? 

Evimi seviyorum. On beş gün evden çıkmadığım olur. 

Şehirdeki sanat etkinliklerine katılmaz mısınız? Sinema, tiyatro gibi… 

Sinemaya da gitmiyorum tiyatroya da. Bilet olayına angaje olmak istemiyorum. Sinemayı değil de sinemaya gitme olayını sevmiyorum. Önceden tasarlanmış olduğu için sevmiyorum. Bir de sanat filmlerini sevmiyorum. Sinema bence eğlendirici olmalı. Ama Western filmlerini seviyorum. 

Tomris Uyar ile konuştuğumuzda kedilerin kendisi için nasıl bir tutku olduğunu anlattı. Sizin kedilerle veya öteki hayvanlarla aranız nasıl? 

Hayvanları seviyorum. Kedi huzur veriyor bana. Yalnızlığımı paylaşıyor. Dokunmalıyım hayvana. Bu yüzden akvaryum balıklarını sevmiyorum. Kafesteki kuşları da. 

Tomris Uyar ile konuştuğumuzda kedilerin kendisi için nasıl bir tutku olduğunu anlattı. Sizin kedilerle veya öteki hayvanlarla aranız nasıl? 

TOMRİS 

senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz 

kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz 

alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için 

dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor 

kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için 

bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur 

ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan 

durmadan 

dağ biraz daha benden deniz her zaman senden 

hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan 

kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm 

seni övdüğüm zaman 

güzel bir Çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda 

seni övdüğüm zaman.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN