İSTASYON

SELİM ERDOĞAN

Çocuktum daha, mektubunda, içerisine saçının kurdelesini koymuş ve haziranın yirmisinde yolcu katarı ile ailece geleceklerini yazmıştı bana. Buraya, memlekete… Hiç ama hiç uyuyamadım o gece. Tamı tamına kırk gün boyunca birlikte olacaktık. Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra, ardımdan kıs kıs güleceğine adım gibi emin olduğum büyükbabamdan izin isteyip, tahta kapısını gıcırdatarak açıp bahçeden çıktım, şimendiferi sağıma alarak istasyon binasına kadar yürüdüm. Evimiz çok yakın zaten, sadece bir koşu. Benim gibi üç kişi daha vardı yolcu bekleyen. Bir de istasyonda yatıp kalkan Masko, yere uzanmış, kulaklarını dikmiş treni gözlüyor. 

Genellikle kuşluk vakti saat 9 gibi kasabamızdan geçen yolcu katarı yarım saat rötarla da olsa büyük bir gürültüyle istasyona girip taş yapılı binanın önünde durdu görkemle. Raylardan yükselen metalik fren seslerinin ardından bir süre yoğun buhar kümelerinin dağılmasını bekledim. Masko olan bitene öyle alışkındı ki havlamadı hiç, istifini dahi bozmadı. Buhar dağıldı, dağıldı. Önce önümde kapkara ve dev bir lokomotif arkasından vagonlar seçilmeye başladı. Dışarıdan hızla koşarak tüm vagonlara göz gezdirdim. İnen kimse yoktu. Ama hiç kimse… Hareket memuru kalkış için düdük çalana kadar koşturdum. Kalbim duracak gibi… Ağlamayacağım diye söz vermiştim kendime… Olsun, yarın da geleceğim… 

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN