ÜSTATLAR KONUŞUYOR

-SERHAT DEMİREL

Nâzım Hikmet: Türk şiirinin akışını değiştiren bir avangard şair… 1902’de, Selanik’te doğdu. Sanatçı bir annenin cesur, hassas ve zeki oğluydu. Yahya Kemal’den şiir dersleri aldı, Bahriye subayı olmak istedi, gemide isyan çıkardığı için olamadı. Kurtuluş Savaşı’na katıldı, Anadolu’ya açıldı; Atatürk’le görüştü henüz gencecik bir şairken. Atatürk ona “mevzulu şiirler” yazmasını öğütlemişti, o öğüdü hiç unutmadı. Derken Spartaküslerle tanıştı, Rusya’ya gitti, geldi; rejime aykırı düşüyordu artık sözleri, şiirleri. “Sevdalınız komünisttir” diyordu açık açık… Sevdalıları ise çoktu, kadınlar bu “romantik komünist” şaire hayran olmaktan kendini alamıyor, Nâzım ise içlerinden bazılarıyla büyük, çalkantılı aşklar yaşıyordu; Nüzhet, Piraye, Münevver, Vera… Şiirleri elden ele dolaşıyor, yasaklı olduğu için kitapları basılmıyor, basılsa da hemen toplatılıyordu. İlk şiirlerinde dindar, coşkulu ve milliyetçi bir portre sunarken git gide devrimi, hürriyeti, sosyalist ideali öne çıkaran şiirlere imza atmaya başladı, artık “makinalaşmak” istiyordu! Sadece haykırarak konuşan, sloganlar atan bir şair değildi öte yandan, benliğinde hep var olan, Salkımsöğüt’te, Bahrihazer’de hissedilen lirizmi git gide eserlerinde daha çok görünür olmaya başladı. Onda epik ve lirik çoğunca yan yanaydı, Kuvayi Millîye bunun en bariz örneğidir. Kurtuluş savaşımızı onun gibi şiirleştiren, onun edasıyla anlatabilen hiç olmamıştı o güne dek. 14 yıldan fazla hapis yattı. Mahpusluğunda Mevlana’yı, Yunus’u; Shakespeare’i, Goethe’yi hatmetti. Doğu’dan ve Batı’dan devşirdiklerini şiirlerinde tartışırken güncel gelişmeleri de takip ediyor, tiyatro, öykü gibi farklı türlerde de kalem oynatıyordu. Camiye, kiliseye, çoğunluğun gittiği yerlere gitmediğini söylüyordu ama kalbi de o çoğunlukla birlikte atıyordu her zaman. Hafız-ı Kapital olmak isterken ömrünün son yıllarında sürgün olduğu yabancı ülkelerde bir cami görebilmek için can atıyordu. Kaybettiği dostlarının ardından öyle içtenlikle ve Müslümanca bir “rahmetli” deyişi vardı ki… Sürgündü, “yoldaşlar”ından bir umudu kalmamıştı… Rusya’da hep vatanını, hemşerilerini özledi, usul usul giden vapurları okşadı Karadeniz’in karşı kıyısından… O, mavi gözlü bir devdi, Nâzım Hikmet’ti. Ve 3 Haziran 1963’ü gösteriyordu takvim, 

Nâzım memleketine hasret, kapadı gözlerini. 

Üstatlar Konuşuyor’da bu ayki konuğumuz Nâzım Hikmet…* 

“Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni 

ve de uyarına gelirse 

tepemde bir de çınar olursa 

taş maş da istemez hani.” 

*Bu röportajın oluşmasında Orhan Karaveli’nin Tanıdığım Nâzım 

Hikmet kitabından yararlanıldı.

Sevgili Nâzım Usta, Türkiye’de şair denince akla ilk gelen isimlerden birisiniz. Sizce şiir nedir? 

Şiir, bir büyük sergüzeşte atılmak demektir, bir büyük ve mesuliyetli sergüzeşt, böyle bir işi ancak geniş soluklu, yüzde yüz inanmış, hudutsuz seven, dövüşen, aklı başında, karınca gibi çalışkan ve görüş sahası kartalınki kadar geniş insanlar başarıyla sona erdirebilir. 

Demek ki şairlik oldukça zor bir uğraş size göre, öyle mi? 

19. asırda Fransa’da şair olmak kolay işmiş, ama Rönesans devrinde İtalya’da şair olmak çok zor şeymiş. Bugün de bir Rönesans devri yaşıyoruz, hem dünya hem memleketimiz, bundan dolayı şairlik şimdi kolay iş değil. 

Sizce gerçek şair kime denir? 

Şair, ruhun mühendisidir. Onun sesi milyonlarca insana, onların ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. […] Gerçek şair dediğin bizim Mevlana’dan, Yunus Emre’den, Fuzuli’den, Nedim’den, Tevfik Fikret’ten, Yahya Kemal’den, Ahmet Haşim’den tut da, Shakespeare’e, Goethe’ye, Hugo’ya, Baudelaire’e, Puşkin’e, Mayakovski’ye, Yesenin’e, Aragon’a filan kadar hepsinde, hepsinin kuvvetle belirli bir felsefe sistemleri, bir sosyoloji görüşleri, hiç olmazsa sezişleri vardır. Yeni şairler ise –hele bizimkiler- bundan tamamen mahrum. 

Şiirde en çok etkilendiğiniz şairlerden biri olarak Mayakovski gösteriliyor. Hatta onu taklit ettiğinizi söyleyenler bile var. Buna ne dersiniz? 

“Devrim’in şairi” olarak bilinen ve benim vezinli heceli, aruzlu şiirlerden uzaklaşıp yepyeni bir tarz denememdeki rolünü inkâr edemeyeceğim Mayakovskiy’i tanımıştım. Dahası, ahbaplık etmiştim onunla. Birlikte şiirler okumuştuk topluluklar önünde. Ben kimseyi taklit etmem ama Mayakovski’nin ‘öğretmenim’ olduğunu da saklamam. 

Bugüne dek sizin sanatınızı besleyen esin kaynaklarınız neler oldu? 

Benim esin kaynağım Türk masalları, efsaneleri, destanları, türküleri, sevdaları, göçleri, acıları ve mutlulukları, bayramları, dansları, zikirleri, cengâverlikleri, uygarlıkları, kahramanlıkları, kesintisiz devlet geleneği, folkloru ve zengin Türk kültürüdür. 

Edebiyatta en çok tartışılan konulardan biri de eserin “tezli” olup olmaması… Sizin düşünceniz nedir? 

Benim kanaatime göre, tezi olmayan, yüzde yüz tezsiz roman, hikâye, hatta şiir; muayyen bir manada, yoktur. Yalnız bazı yazıcılar, eserlerinin tezini, kendileri de farkına varmadan, insiyaki bir surette yaparlar, hatta müdafaa ederler. […] Davası, meselesi olmayan kitap kitap değildir. Dikkat et, bütün büyük kitaplar, roman, şiir falan, insanların karşısında bir davayı öne süren, bir meseleyi ele alan, onu edebiyat çerçevesi ve kanunları ve imkânlarıyla hâlle çalışan kitaplardır. 

Kuvayi Millîye… Sizin en parlak eserlerinizden biri bu, elbette en beğenilenlerden. Size ne hissettiriyor bu eser? 

İstiklal Savaşımızı anlattığım bu destan hayatımın eseridir. Aslında tam 66.000 dizeden oluşacaktı. Hapishanedeyken yazmaya başlamış ve sonra devam etmiştim. 66.000 dizeden 46000’i hâlen kayıptır. 

Kurtuluş Savaşımızın başkahramanı Atatürk için ne söylersiniz? 

O olmasaydı Türkiye olmazdı! 

Nâzım Hikmet için “yaşamak” ne ifade ediyor? 

Yaşamak şakaya gelmez, 

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 

bir sincap gibi mesela, 

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 

yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 

Son yıllarınızı yaşadığınız Sovyet Rusya için “Öldüğüme yanmam da buralarda gömerler, ona yanarım” diyorsunuz. Peki, nereye defnedilmek istersiniz? 

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, 

öylece gibi de görünüyor 

Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni 

ve de uyarına gelirse 

tepemde bir de çınar olursa 

taş maş da istemez hani.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN