BİR HİCRET BİR KAÇIŞ

-SIDDIK AKBAYIR

KAÇIŞ VE HİCRET 

Biri Müslüman diğeri komünist olsa da her ikisi de Türkiye’nin kaderiyle ilgili derinden kaygı duyan ve bu kaderin geleceğini başka ufuklarda gören, görmek isteyen iki şairdir. 

Her ikisi de Mustafa Kemal’in yanında yer alarak İstiklâl Savaşı’nı destekleyen ve ikisi de bu savaşın sonucundan mutlu olmayan duyarlı iki yürektir. 

Onları kaçışa ve hicrete zorlayan sebep, takibatlarından bıktıkları yeni rejimden öte, içine düştükleri derin hayal kırıklıklarıdır. Batı’ya karşı verilen ‘millî mücadele’den, bu antiemperyalist savaşımdan, biri İslamî, diğeri ise sosyalist bir cumhuriyet çıkacağını ummuştur. Bu umutlarını yitirdikleri noktada ise ikisi de artık kendilerine ait olmadığını hissettikleri bu toprakları terk etmiştir. 

Biri, daha savaş bitmeden yazgısını bağladığı Moskova’ya, komünizmin merkezine koşar ancak orada, basit bir komünizm propagandisti, sıradan bir politikacı olmadığı için rahat edemez. Yeniden yurduna sosyalizm mücadelesi cephesine döner. Kuvayi Milliye gibi bir şaheser yazar ancak yurdunda rahat bırakılmadığı için bu kez zorunlu bir sürgünlüğe çıkar/kaçar. Diğeri ise uğruna bir İstiklâl Marşı yazacak denli can-ı gönülden desteklediği savaştan sonra çıktığı gönüllü sürgünlüğüne rağmen, ölmek için yine de hakkında İrtica 906 numaralı bir dosyanın hazırlandığı, attığı her adımın izlendiği vatan topraklarına döner/dönebilir. 

Her ikisi de Sofokles’in trajedilerindeki kaderinin sonunu bildiği hâlde o sona doğru yürüyenler gibi bizim trajedi kahramanlarımız olarak kayıtlara geçer. 

GURBET VE ÖLÜM 

Mehmed Âkif, kendisine, ideallerine bir ölçüde de olsa uygun düşen, gidebileceği bir belde bulamaz; bir dostun himmetine sığınarak Mısır’a gider ve orada ise iğreti ve sıkıntılı bir hayat sürer. Âkif ’in bir Sebilürreşad geleneğini eksik bırakan çıkışı/ kaçışı, geride, her şeye rağmen onu omuzlarında Edirnekapı Şehitliği’ne dek taşıyan, gelecek hakkında kederli bir gençlik bırakır. Nâzım Hikmet’in hasret kaldığı o vatan toprağında uyumak, Âkif ’in yorgun ve mutsuz yüreğini kısmen rahatlatsa da ardında bir ‘Âkif çizgisi’ bırakmaz çünkü o çizgi ‘Âsım’ın Nesli’ yakıştırmalarına karşın hep kırıktır. Nâzım Hikmet’in kaçışı bu ülkede hiçbir çizgiyi yarım bırakmaz. Çünkü komünizm bu ülkede hiçbir zaman, ‘bir güzel düş’ olmaktan ileriye gidemez. Nâzım Hikmet’in kaçmak için tercih ettiği belde, aydınları ve muhalifleri insafsızca katleden Stalin’in Moskova’sıdır. Burada el üstünde tutulsa da dünya çapında bir şair olmanın keyfini sürse de mutsuzdur. Mezarının yurda getirilme çabaları “Senin de mezarını bu ülkeye getirmezlerse / Beni de bu ülkeye gömmesinler nâzım amca” romantizmini aşamaz. 

Mehmed Âkif, her şeye rağmen onurlu bir tavırla ölmek için İstanbul’a döner. Nâzım Hikmet’in bedeni ise Moskova’da, ideallerinin yurdunda vatan hasretiyle yanarak kalır. Biri uzun bir süre öz vatanında, diğeri ideallerin öldüğü uzak bir ülkede öksüzlüğü yaşar. 63; birine ölüm yılı, diğerine ölüm yaşı olur. 

Gariplik Psikolojisi 

İslamcılığın sembol ismi Mehmed Âkif ’le sosyalizmin sembol ismi Nâzım Hikmet’in ülkeden kaçışları/çıkışları dolaylı bir biçimde de olsa mensup oldukları hareketleri etkiler. Her iki hareketin de tarihlerinde ortaya çıkan bu kopukluk, geride 1960 sonrasına dek süren bir ‘garip’lik psikolojisi bırakır. 

Mehmed Âkif, ömrünün son on iki yılını Mısır’da; Nâzım Hikmet, ömrünün son on iki yılını Moskova’da geçirir. Bu tarihsel, tuhaf simetrik duruş, bir anlamda ‘gönüllü sürgünlük’ özelliği taşırken tamamen toplumsal yapıda diyalektik bir geometriye de işaret eder. Şiirsel-dinsel tavır ile şiirsel-ideolojik tavır arasındaki bakışım, aynı tepkinin sonucunda farklı, ayrışık bir ortak paydada buluşur: Yarım bırakılmışlık. Her ikisi de “Hedefim kurtuluştu ona ben varamadım / Söyle kaldığım yerden devam etsin evladım” der gibidir. 

MERHAMETLİ MESAFE 

“İstiklâl Marşı’nı Mehmed Âkif yazmamıştır.” diyen Yalçın Küçük’le “Bir marş ‘Korkma!’ diye başlamaz!” iddiasındaki Kadir Mısıroğlu’nun; “Yazdıkları şiir değil, nesir olan Âkif ’te fikir yoktur. Fikir gölgeleri vardır. Eserlerine ‘irtica fikriyatı’ dahi denilmez.” diyen Nurullah Ataç’la “Âkif ’in tezi falan yok, perakende iştiyakları vardır.” iddiasındaki Peyami Safa’nın yaklaşımlarındaki tuhaf benzerlik şaşırtıcıdır. 

Yahya Kemal, Mehmed Âkif ’i hiçbir zaman sevmez, sevemez. Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmed Âkif ’in “hiçbir zaman büyük bir din şairi olamadığını” söyler. Cemal Süreya, Âkif ’in şiirlerini “manzum vaazlar” olarak nitelendirir. 

Safahaf ’ta yer alan “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, / Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı.” dizelerini, Âkif ’in dünyasına uzak duranlardan çok, Necip Fazıl, Rasim Özdenören gibi Âkif ’in felsefesine yakın isimler bile anlamakta zorlanır. İsmet Özel’in başkanlığını yürüttüğü İstiklal Marşı Derneği tercihini, şahıs merkezlilikten -Mehmed Âkif Ersoy-eser merkezliliğe -İstiklâl Marşı- taşır. 

Nâzım Hikmet, İstiklâl Marşı’na merhametli bir mesafeden bakar ve şu yorumda bulunur: “Güftesi biraz ağır, bir inkılap marşı değil amma, bizim müstevlilere karşı duyduğumuz isyanı terennüm ettiği için bizimdir ve iyidir.” 

Kuvayi Milliye’de de Mehmed Âkif ve İstiklal Marşı hakkında şu dizeleri yazar: 

-Bizim İstiklal Marşı’nda aksayan bir taraf var, 

bilmem ki, nasıl anlatsam, 

Âkif, inanmış adam, 

büyük şair. 

Fakat onun ben, 

inandıklarının hepsine inanmıyorum. 

Meselâ, bakın: 

“Gelecektir sana vadettiği günler hakkın” 

Hayır, 

gelecek günler içi 

gökten âyet inmedi bize. 

Onu, biz kendimiz 

vaadettik kendimize. 

İki Kİtap 

Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nın otuz yıl öncesini Mehmed Âkif ’in Safahat’ında bulmak mümkündür. Her iki kitap da bir tür sanat disiplinleri ansiklopedisi gibidir. Dikkatle bakanlar için tiyatrodan romana, fotoğraftan karikatüre, fikirden şiire, mizahtan gözyaşına dek her şey vardır bu kitaplarda. 

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN