CEMİL MERİÇ NEDEN YALNIZDIR?
Dibâce: Nüfusunun yüzde doksan dokuzunun Müslüman, sanat ortamında söz alanların önemli bir bölümünün ateist, sosyalizmin alfabesi kültüründen bile sınıfta kalacakların komünist, Fatih’teki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde oturup gıybet makamında söyleşenlerin İslâmcı, Beyoğlu Çay Saati’nde yaşını başını almış, kendilerini şiir eksperi, poetik gurme zanneden bazı çapsız entelektüellerin liberal; Nişantaşı, Bağdat Caddesi, Cihangir ahalisinin Kemalist geçindiği bir memlekette bazı şeyleri anlamak, biraz da Cemil Meriç’in yalnızlığını kavramakla başlayabilir.
Cemil Meriç; Meriç nehrinin öte yakasından başlayan göç yollarıyla, hicret rüzgârlarıyla çok erken tanıştığı için yalnızdır.
Hayatı boyunca ‘göller bölgesinden bir ada’ olmanın tek başınalığını, yabancılığını hisssettiği -Reyhanlı, Hatay, Elâzığ, İstanbul ya da Paris- bütün mekânlarda aynı çaresizliği, aynı entelektüel tedirginliği yaşadığı için yalnızdır.
‘Taşra sıkıntısı’ndaki yolsulluğunu üzerinde gizli bir kefen gibi gezdirdiği için yalnızdır.
Hiç bitmeyen arayışlarıyla, umutlarıyla, aşklarıyla, yolculuklarıya hep yollara yakışan birisi olduğu için yalnızdır.
Düşünmeyi “meslek”, düşünmeyi “mektep” edindiği; körler ülkesinde gökkuşağı renkleriyle konuştuğu, “görmeyene görücü” olduğu için yalnızdır.
Acılarıyla utançlarıyla, zilletleriyle kendisi; rüyaları, hayalleri, dilekleriyle bir başkası olduğu için yalnızdır.
Türkçenin gerçek anlamda ilk itiraf yazarı olduğu; hayatının en mahrem taraflarını bile ortaya koyacak kadar cesur davrandığı yine de söylenmemiş cümlelerin hasretiyle yandığı için yalnızdır.
Akademik ve sistematik tutumdan özenle kaçındığı, kendine özgü üslubuyla itirazın entelektüel kimliği kuşanıp sorunlara kimsenin bakmadığı, bakmak istemediği yerden bakan biri olduğu için yalnızdır.
Bin bir ümitle koştuğu İstanbul’da gerçeğin soğuk çehresiyle karşılaştığı; kitaplardan tanıdığı sosyalizmle zamansız tanıştığı için yalnızdır.
Aklı Avrupa’ya tutkun, gönlü Asya’ya vurgun, fikriyle Avrupalı, ruhuyla Asyalı kalan bir Avrasyalı olduğu; “kıt’aları ipek bir kumaş gibi kesip içen” bir imparatorluğun varisi olarak muhteşem bir maziyi muhteşem bir istikbale kelimelerden, sevgiden bir köprüyle bağlamak istediği için yalnızdır.
Otuz sekizinde kaybettiği gözleriyle, kimlik bulmacasındaki gerçek yeriyle kırk dördünde çözebildiği için yalnızdır.
Gerçek değerinin farkındalığındaki mağrurluğuyla ağırbaşlı bir hüznün, gösterişsiz bir kederin yazarı olduğu için yalnızıdır.
Ardında bıraktığı külliyatı, artıları ve eksileri, olumlu ve olumsuz dü¬şünceleri, bütün özellikleri ve güzellikleriyle Cumhuriyet dönemi Türk düşünce haya¬tını en iyi ve üst düzeyde temsil edebilecek bir düşünce ve kültür insanı olduğu için yalnızdır.
Tutkulu bağlanışları, tedirgin vazgeçişleriyle kaideyi bozan bir istisna olduğu, ‘bu ülke’nin insanı gibi düşünmediği, ‘Araf Türkleri’ içinde birkaç adım öne çıktığı için yalnızdır.