BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN GEÇMİŞİ ANLAMAK LAZIM

SEMA SOYKAN – SÖYLEŞİ : YASEMİN YILDIZ

– İlk olarak Sema Soykan’ı tanımak isterim. Bize kendinizden bahseder misiniz?

4 Ağustos 1973 Sinop doğumluyum. Babamın işi nedeniyle pek çok il gezdik. Lisan ve yüksek lisansımı Çukurova Üniversitesinde yaptım. Ancak uzun yıllardır tekstil alanında faaliyet gösteriyorum. Aynı zamanda da araştırma ve yazarlık… Evliyim, bir de kızım var. 

– Tekstil alanında faaliyet gösteren şirketiniz ile istihdam yaratmaya çalışan bir iş kadınısınız. Ayrıca pek çok STK’nın gerek yönetim gerekse sosyal komitelerinde yer alarak öncelikli olarak çocuk ve sağlık adına projeler üretip uygulayan duyarlı ve gayretli bir aktivistsiniz. Biraz da bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Kadın giyim sektöründe, dönem dönem üretim yapsak da temelde satış ve pazarlama. Kadın işveren olmam ve sektörümün de elvermesi sayesinde kadın istihdamına destek olabiliyorum. Onlar benim çalışanlarımdan ziyade, ailem, kızlarım gibi. Bu sektör ekip ruhu isteyen bir sektör. Sanırım biz de bunu iyi başarıyoruz. 

Sivil Toplum Kuruluşlarına gelince, birlik olabildiğimiz kadar güçlüyüz. Sesimizi duyurmak için çok ses, çok insana dokunmak için çok el gerekir. İşte STK‘ler bu bağlamda önemli. Anne olmanın, kadın olmanın duyarlılığı ile önceliğim her zaman çocuklar oldu. ÇOKAD yani Çocuk Kanser Derneği’nde lösemi ile mücadele eden çocuklarımızın bu zorlu sürecinde onlara destek olabiliyor isek ne mutlu bize. Dernek faaliyetlerini buraya sığdırmam mümkün değil elbette. Ama özetle çok güzel işler yaptığımızı ve başarılı sonuçlar aldığımızı söyleyebilirim.

Kadın ve girişimcilik alanlarındaki STK çalışmalarımızda, kadının sesini, sorunlarını duyurmak, istihdam, süreklilik, girişimcilik alanında yol açmak ya da fırsat yaratmak adına geniş çaplı projeleri kapsıyor. Eğitime ziyadesi ile önem veren biri olarak, söyleşiler ve projeler sayesinde gençlerle, kadınlarla sık sık bir arada olabiliyoruz. Yaşayarak edindiğimiz bilgi ve deneyimlerle, hatalarımız ve kayıplarımızla kazandığımız tecrübelerle onlara yol gösterebilmeyi önemsiyorum.

– Çok başarılı bir hanımefendisiniz, kadın kelimesini açmanızı ve naçizane sizden dinlemeyi istesem…

Başarının izafi bir kavram olduğunu düşünüyorum. Kime ve neye göre? Çoğu kişi başarıyı kazanç ve bilinirlik ile eşdeğer görür. Bence büyük yanılgı. Düşünün ki bugün başarılarını takdir ettiğimiz, tarihten pek çok yazar, ressam, müzisyenler yaşarken bilinmeyen ve parasızlık çeken insanlardı. Ben elimden, dilimden geldiğince, yaptığım her işte, yazdığım her kitapta, “Güzel işler illaki bir gün değer bulacaktır.” diye düşünüyorum. Yaptığınız işten haz almak ve gururlanmak başarı sayılırsa, evet… Bu açıdan kendimi başarılı bulabilirim. Neredeyse bütün toplumlarda ve tarihin her döneminde kadın olmak zordu. Bu zorluğa, engellere rağmen hayallerinizin peşinde koşabiliyorsanız bu sadece başarı değil aynı zamanda da biraz şans istiyor. Bu konuda sayfalar dolusu yazabilir, saatlerce konuşabilirim. Belki de bu yüzden romanlardaki kadın karakterler benim için ayrıcalıklı yer tutuyor. Mesaj vermeyi, sorunlarla yüzleştirmeyi kendime görev sayıyorum. Cesaret, azim, güç, sebat, çaba, vefa, sağduyu, onur… Biraz da kurgu üzerinden iç döküş galiba.

– Peki yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

En sevdiğim konu. Çünkü yazma öyküm insanları biraz düşündürecek, belki de ilham verecek türden, bu yüzden anlatmayı seviyorum. 13 -14 yaşımda şiirler ve iki öykü ile yazı denemelerim başladı. Sonrası üniversite, iş vs. derken uzun bir ara verdim. Bundan 10 yıl önce ağır geçirdiğim -iltihaplı romatizma olarak bilinen- Romatoid Artrit sonrası, biraz kafamı dağıtmak ama daha önemlisi, “Bugüne kadar kendim için ne yaptım, istediğim ama hayat gailesi içinde yapamadığım, ötelediğim ne vardı?” sorusuna cevap aramaya yeltenince, bana en iyi gelenin yazmak olduğunu fark ettim. Edebiyatsız geçen yıllarımı telafi etmek adına müthiş bir çaba sarf ettim ve emin olun hâlâ da ediyorum. Çünkü iş ile birlikte yazmak, araştırmak çok zor ve yorucu oluyor. Ama imkânsız değil. İmkânsız ile mümkünün arasında istemenin, çabanın yattığını bildiğim için yaşam şeklimi değiştirdim.

Mesela yıllardır güne artık beşte başlıyorum. Öğlen ve akşam arası iş, eve döner dönmez tekrar okuyor, araştırıyor ve yazıyorum. Hızımı kesecek, beni bunlardan alıkoyacak her şeyden kendimi soyutladım. Başta da televizyon izlemek. 

İlk olarak şiir kitabı çıkardım. Şiir benim için bir deneme belki de adımdı diyebilirim.

Yazarı olmayı hayal ettiğim yayınevinde yazmam için daha fazlasının gerektiğinin farkındaydım. Aslında ben de roman yazmak istiyordum ama itici bir güç arıyordum. O itici güç ilk kitapta reddedilmek oldu. Pes etmeyi kendime ve hayallerime yakıştıramazdım.

İşim ve sosyal yaşamım nedeniyle kadınlarla iç içe olmamın etkisiyle yaşanmış bir töre öyküsünden yola çıkarak üç kadın üzerinden kurguladığım “Aşk Her Kadına Yakışır’ı kaleme aldım. Aslında kadın dayanışması ve kadının azimle, cesaretle neleri başarabileceğini göstermeye çalıştım. Ardından tutkunu olduğum tarihe geçiş yaptım. Adsız Roman ile 1864- Çerkes Sürgünü ve Soykırımına değinmeye çalıştım.  Ve son olarak, “Bir Köy Enstitüsü Romanı- Keşke” Keşke adı benim için pek çok açıdan anlamlı. Öncelikle, “Keşke hasta olmasaydım,” dediğim cümle “İyi ki o süreci yaşadım ki yazmaya başladım” a evrildi. Ve ‘Keşke’lerimizle yüzleşmenin geleceğimiz için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. 

– Adsız Roman kitabınızda anneannesi tarafından kaleme alınan eseri satmak istediği küpün içinde bulan Neri ve Aras’ın sıra dışı öyküsü ile Janset-Jankat-Elbruz’un 1864’deki sarsıcı öyküsünü tarihin aşk ile harmanlanmış hâlini sürükleyici bir kurgu eşliğinde okuyoruz. Bu romanı hazırlarken neleri amaçladınız?

Çerkes kökenliyim ve bildiğim bir tarihi, kültürü, yaşanan zulmü anlatmak ama daha önemlisi o dönemde yaşananların günümüze iz düşen yanlarını ortaya dökmek istedim. Kulaktan dolma bilmek elbette yetmiyor. Haliyle uzun soluklu araştırma süreci sonrası, paralel kurgu ile geçmişi günümüz ile buluşturmaya, yaşanmış olayların ışığında tarihi aşkla harmanlayarak yazmaya çalıştım.

– Peki, neden adı olmayan bir roman?

SS- Çerkeslerin Kuzey Kafkasya’dan göçü hala sürgün olarak anılır. Ama yaşananları irdelerseniz, bu aslında adı konmamış bir soykırımdır. Romanda tarihiyle, stratejikleriyle, yaşanmışlıkları ile sürgünü anlattım ve adını okuyan dostlar koysun ve cevabı versin istedim. Bu bir sürgün müydü yoksa soykırım mıydı? Sözün özü, bazı olayların, duyguların adının konmamış olması onun var olmadığını göstermez. 

– Bir söyleşinizde ‘’Adsız Roman’ın devamı olacak.’’ diyorsunuz. Devam niteliğindeki bu eserinizi tamamladınız mı? Okurunuzu neler bekliyor?

Daha fazla bilgi verebilmek, akıcı ve merak uyandırabilmek için kurguları çok karakter üzerinden yapıyorum. Aslında her karakter benim için nevi bir sözcü… Adsız Roman’da sözü, hikayesi yarım kalan bir kız var, adı Sinemis. Sinemis, sürgünle gelen, köle olarak satılan, cariye olarak alınan kızların sözcüsü olacak… Adsız Roman’ın başında, küpün içinde Osmanlıca yazılmış mektuplar da çıkıyor. 19. yy.’dan günümüze, Neri’ye nasıl ulaştı, kim yazdı ve neler yazdı? Şimdilik hepsi sır… Neri vasiyeti yerine getirirse ortaya romanda ucunu açık bıraktığım, “Bir Sinemis Masalı” çıkacak. Ama takdir edersiniz ki, epeyce araştırma, sağlam bir kurgu ve de cesaret isteyen bir konu. O yüzden biraz daha zamana ihtiyacım var.

– O vakit son kitabınız Keşke’den bahsedelim. Köy Enstitülerini esas alan 1980 öncesi sağ-sol çatışmalarına uzanan iki dönem romanı diyebiliriz. Kulağa çok siyasi geliyor ama asıl amacınızın bu olmadığını düşünmekteyim. Keşke kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?

Keşke… 

Bugünü anlamlandırmak için geçmişi anlamak lazım. 

Hatalarımızla yüzleşmeyi göze almamız lazım. Köy Enstitülerini yazarken siyasete dokunmamak olmaz. Ama bu dokundurmaları yaparken asıl önemli olan amaç. Yakın geçmişi yazarken, hatalarımızı, yanılgılarımızı, birlik beraberlik mesajına bağlayarak da ortaya koyabiliriz. Çünkü bunun sağı, solu, mezhebi, dini yok, hepimizi aynı gemideyiz. KEŞKE, 500 sayfa. Konuyu özetlemek hakikaten çok zor. Altı karakter üzerinden dolu dolu tarih ve bilgi vermek amaçlı kurgulandı. Ve tabii ki muhteşem bir aşk eşliğinde.

– Keşke kitabının hazırlık süreci nasıl gelişti. Kitabı hazırlarken sizi zorlayan ya da hayrete uğratan anlar oldu mu?

Bu kitap bana Yapı Enstitüsü mezunu babamın vasiyetiydi. Ki zaten ithaf sayfasında ona adadığımı yazdım. Açıkçası çok zordu, araştırma ve kurguyu hazırlama süreci çok yordu. Her yorulduğumda babamı ve ona verdiğim sözü düşünerek güç buldum. Basıldığını göremedi çünkü üç yıl önce kanserden kaybettik. Ama ben sözümü tuttum. 

– Tarihle ilgileniyor, tarihî hikâyeler kaleme alıyorsunuz. Neden tarih diye sormak istiyorum.

“Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.” Bu söz benim zihnime kazınmış bir sözdür. Aldığımız eğitimler, müfredatlar ne yazık ki çok yetersiz. Kendi tarihimizi bile yeteri kadar bilmiyoruz. Tarihçi değilim, bu sebeple derinlemesine irdelemek, didaktik tarzda bilgi aktarımı yapmak haddime değil. Benimki bilgiyi sevmek…

“Bilgi”nin beşte dördü “ilgi”dir, diyenlerdenim. İlgimi çeken, önemli bulduğum ve özellikle de iyi araştırdığım konu ve bilgileri, kurgunun arasına itina ile yerleştirerek keyifle okunur hâlde sunmaya çalışıyorum.

İstiyorum ki okurlarım saatlerini ayırdığı bir kitabımı okuyup bitirdiğinde, yeni bilgiler öğrenmiş, okudukları yüreklerine dokunmuş olsun… Ki harcadıkları zamana da paraya da değsin. 

– Son olarak okurlarınıza neler söylemek istersiniz?

Zaman çok kıymetli… Okumak ve bu alışkanlığı çocuklarımıza aktarmak, aydınlık bir gelecek için olmazsa olmazımız. Ve sevgi ve saygı… Klişe bir cümle gibi düşünmezsiniz, ben insanı, her canlıyı ve hayatı çok seviyorum. Her zaman vurguladığım hayat felsefemi son cümle ve mesaj olarak ekleyeyim. 

Unutmayalım ki, sevdiğimiz kadar sevilir, saygı duyduğumuz kadar saygı görürüz. Ve paylaşabildiğimiz kadar zengin ve de verebildiğimiz kadar varız.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN