-Ömer Demirbağ
Biz ilkokuldayken mendil taşımak mecburi idi ama o mendili kullanmak yasaktı. Müfettiş geldiğinde mendilimizi tertemiz görürdü; çünkü burnumuzu kolumuza silerdik. Böyle yönlendirilmiştik. Ortaokul ve lisede de kravat mecburi idi. Kravatımız cebimizde okula gider, okul kapısında kravatı bağlar, çıkışta da aynı noktada kravatı söker, cebimize koyardık. Gençlik işte, yaka bağır açık dolaşmaya pek meraklıydık, kravatı sevmezdik. Derken üniversiteli olduk. Aman Allah’ım, o ne havaydı, o ne cakaydı, o ne afra tafraydı! Bilmediğimiz şey yoktu ve vatanın, milletin; hatta insanlığın selameti bize bağlıydı! (Seksenlerin başlarıdır ve Türkiye’deki üniversite sayısı henüz on bile değil.) İç cebe yerleştirdiğimiz gazetenin bir ucu gözüksün diye ceketimizin önü hep açıktı. Konuşurken: “-Bir yerde okumuştum…” diye söze başlamaya bayılırdık. En bî-haber olduğumuz konularda bile cehaletimiz anlaşılmasın diye ne kıvırmalar sergiler, ne taklalar atardık. Fark ettim ki ilkokuldaki göstermelik mendilden, lisedeki sözüm ona kravattan üniversitedeki yapmacık aydın tavırlarına kadar alıştırıldığımız, yönlendirildiğimiz tek davranış kalıbı “…mış gibi” yapmak. On yılları bulan öğrencilik sürecinin bize kazandırdığı kemikleşmiş tavır, maalesef bu. Yıllar sonra bizlerin, yani “…mış gibi” yapanların oluşturduğu toplum, işte ortada. Siyasette, medyada, sanatta, bilimde, ticarette… Neredeyse her sahada işimiz gücümüz, algı oluşturmak; öyle sanılmasına uğraşmak… Yani “…mış gibi yapmak”.
Yalnızca misafirlerin yanında evladına “yavrum” diyen babadan, sattığı maldaki kusuru bile artı bir meziyet gibi sunan esnafa… Ve düğün gününe dek kendini melek diye yutturan nişanlıya kadar… Nedir bu yanıltma, kandırma, algı oluşturma merakı? Fırsat bulsa ayağını kaydırmakta saniye tereddüt etmeyeceği meslektaşına “azizim” diye hitap eden akademisyen… Doktora tezi savunmasında “bu bağlamda…”yı sayısız kere tekrarlayan; ama aslında hiçbir şey söylemeyen öğrenci… Evde bir biblodan farksız baba… Babayı çölde bir kum taneciği kadar bile görmeyen aile… Temizlik ve dedikoduda boğulmuş anne… İnternette kaybolmuş evlat… Ve birbirine yıldızlar kadar uzak bu kişilerin dışarıya verdiği “biz mutlu bir aileyiz” görüntüsü… Bu öyle bir dünya ki güneşiyle, havasıyla, toprağıyla baştan başa her şeyi sahte! Üstad Necip Fazıl söylesin: “Bu nasıl bir dünyâ, hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamânı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim.”