-Raşit Ulaş

Yeryüzünde “sistem”le ilgili var olan ne varsa, bu önce insanın kendisiyle ilgilidir. Eğer bir kavramın yokluğundan söz ediyorsak, bu ilk planda sistemin değil insanın sorumluluğundadır çünkü her ne kadar sistemler insanoğluna birtakım dayatmalarda bulunuyor olsa da yahut bulunduğu söylense de, insan bu problemin çözümünü önce kendi özelinde halletmeli. Kendi hayatına tatbik edemediği bir kavramı, bir düşünceyi, bir problemi, salt sistem problemi diyerek çözmeye çalışmak ancak insanın kendisini kandırması demektir.

Bugün adaletin bizden, insanoğlundan el çektiğini düşünüyorum. 

Adalet insandan elini nasıl çeker ki? 

Çeker! İnsan yüzünü adaletten çevirdiğinde adalet de insandan yüzünü çeviriverir. Sonra ne kadar çağırırsan çağır, ne yaparsan yap, nasıl zorlarsan zorla bir daha adaleti tesis etmek çok zor olur. Bir düzende adaletin tesis edilmemiş olması demek, orada canlı cansız bütün varlıkların yaşam haklarının ellerinden alınması demek. 

Adalet, uygulanması gereken bir şey değildir, zaten doğal olarak var olması gereken bir şeydir. Adalet için bir şey yapıyor olmak demek, hâlihazırda onu kaybettik demektir zaten. Yaşayan insanın nefes alması ne kadar doğalsa, bir şey okurken gözlerimizi kullanmamız, yemek yerken ağzımızı kullanmamız ne kadar doğalsa, adaletin de yeryüzünde var olması o kadar doğal olmalıydı. Şöyle diyordu İsmet Özel Sebeb-i Telif şiirinde; “Girmem, girmedim mangalara / Yer etmedi adalet duygusu / içimde benim / çünkü ben / ömrümce adle boyun eğdim.” İçinde adalet duygusunun yer etmesi demek, adaleti doğal olmaktan çıkarmak, aranan, yapay bir şey hâline getirmek demek. Hâlbuki adaletin farkında bile olmamak, aslında adli kabul etmek, adle boyun eğmek demek.

Bugün adaleti; çağırılan, yeniden kurulması gereken bir şey olarak değil, daha ne kadar adil olabiliriz deyip kaçırılan bazı ince noktaları didik didik ederek mükemmele kavuşma arzusunda olmamız gerekiyordu fakat biz bugün yeryüzünün doğal hâlinde olması gereken bir kavramın yokluğundan ve o kavramın kurulması çabasından bahsediyoruz. Bu bize lanet olarak yeter mi acaba? 

Dünyanın geldiği durum, insanların fert fert adalet aradıkları bir hâl oldu. İnsanlar bazen “Adaleti söke söke alacağız!” diyorlar. Adaleti söke söke alacağımız zamanları değil, adaletin kendiliğinden sağlanacağı bir zamanı düşlemek bu dünya için yeteri derecede muhteşem bir hayal. Katiller, caniler, tecavüzcüler, soyguncular, yolsuzluk yapanlar için “Tutuklansın!” diye tivit atmamıza gerek kalmayacağı zaman adalet tesis edilmiş olacak. Adaleti, kamu vicdanı değil de sistemin kendisi hatta insanın kendisi içinden doğal olarak çıkarttığı zaman bizim bir şey söylemeye ihtiyacımız olmayacak. 

“Uygarlığın ilk talebi adalettir; yani bir kez daha kurulmuş olan adalet düzeninin, bir daha tek bir bireyin yararına bozulmayacağının garantisidir.” diyor Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu kitabında. Yani adalet, “her şeye rağmen”dir. Adalette istisna olduğu an kaos başlar ve mülkün temeline konmuş olan dinamit patlar. İnsan adilse Zerdüşt bir hükümdar da olsa Nuşirevan gibi hayırla anılır. Adil değilse Müslüman bir hükümdar olsan da Haccâc gibi anılır. 

İyi de adaleti ise sadece devletlerin yahut mahkemelerin uygulaması gereken bir kavram olarak mı görüyoruz? Biz sadece, birilerinin bize adalet sunmasıyla yahut lütfuyla mı adalete kavuşacağız? Adaleti insan uygular. Her şeyden ve herkesten önce kendisine uygular. Kendine karşı adil olmayan kimseye karşı adil olamaz. Her şeyden önce kendine adalet. Yaşadığımız bu kaos ve kargaşa ortamında bir insanın tek çabasının “insanca bir hayat yaşamak” olması gerekiyor. Bunun dışında kalan her çaba boşa, her uğraş yalan. Aslolan tek şey insan onuru. İhtiyacımız olan iki şey ise; adalet ve merhamet. Sadece adalet ve merhamet. İnsan kendisine nasıl adil olur, bunu düşünelim. 

İnsan kendisiyle yüzleşerek kendisine adil olabilir. Kendisinin doğrularını, yanlışlarını, hatalarını, sevap ve günahlarını tam olarak idrak ederek adil olabilir. Affı ve cezayı önce kendisine uygulayarak adil olabilir. İnsan, kendisini kandırmayarak adil olabilir kendisine. Hak olan, gerçek ve doğru olan bir yolu, yalanla, yanlışla, hileyle yürümek, o yolun sonunda başarıya ulaşılsa da zafer olarak anılmaz. O hezimettir. Adaletsizlikten doğmuştur çünkü, ölü doğmuştur. Onursuzca kazanılmış zaferle dünyada bir şeyler başarabilir insan ama asla muzaffer olamaz. Hile ve çıkar adaletin düşmanıdır çünkü. İstisnadan bahsetmiştik. Bütün istisnalar bir çıkarın üzerine kuruludur. Çıkarlar istisnayı doğurur ve istisnalar da adaletin temelini konulmuş bir dinamittir.

Bugün adaletsizlikten şikâyet ettiğimizi söylüyoruz hepimiz. Bir gün adaletsizlikten değil de adaletin nasıl mükemmele ulaştırılabileceğinden konuşursak, o zaman varlığımızın bir anlamı, insanlığımızın bir geçerliliği olacak. 

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN