DÜŞ(LEN)EN MEKTUBUN DÜŞÜ MÜYÜM?

-Oğuz Şenses

Cumartesi uykusuzluğundan arta kalan anılarda hiç yazılmayan bir mektubu düşlüyorum. Düşlediğim, hiçbir zaman yazılmadığı için asla gönderilmediği anlamına gelmeyen kopuk bir uçurtma. Rüyaların nahif kokusunda zihnimi yakan anılarımın birer cümleye dönüşmeden dağıldığı kumdan kaleler tasarlıyor bilinçaltım. Üstesinden gelemediğim yahut da hiç üstüne gidemediğim kaleler, yıkılıyor birer birer. O zaman fildişi kuleme inmekten/çıkmaktan başka bir seçenek kalmıyor geriye. Her kule, her kale zapt edilmek için inşa edilmedi mi? Peki öyleyse onların esiri olmaya yazgılanan bir ben miyim? 

Yazarak kurtulur muyum bana yazılı esaretten? Kurtulmak mümkün mü peki bundan “uykuyu öldür”meden? Uyku ölürse anılar da ölür pekâlâ. Yazamadığım ama uykumdaki dünyamda hep gönderdiğime inandığım 

mektuplarla “Günler geçiyor, günler; /Pişmanlığa sürgünler/ Gibi geçiyor günler.” 

Uykuyu öldüremiyor; “ölmeden ölünüz” tavsiyesine sağır kesiliyorum! İki kadim dost ve hatta kardeş. 

“En-nevm uhuvvü’l mevt.” 

Yazamadığım mektubu yolluyorum ya her rüyamda, bana yazılan mektupları da okuyor sayılır mıyım bu  zamansızlıkta? 

Anılarımın bilincime vurduğu zincirlerle uzanıyorum boylu boyunca boşluğa. Çarmıhtan göğe çekilen İsa’ya göğün kapılarının tek bir ‘iğne’ yüzünden neden kapandığını geç de olsa idrak ediyorum. Ruhumun iğnesi, rüya mı yoksa anılar mı? Hâlâ bilmiyorum. 

Sofi’ninkine benzer bir posta kutusu düşlüyorum. Her gün mazimden bir kesitin anlatıldığı mektuplar alıyorum. Bunlar, pagan bir ritüelin olmazsa olmaz figürlerine dönüşüyor. Yakaza hâlinde anılarla ısınmış yatağımdan kalkıyor, posta kutusunda beni bekleyen mâzime uzanıp elimi yakan zarfı her gün aynı hevesle açıyorum. Oysa ben ‘bugün’ü merak ederek uykuya göçmemiş miydim? Bugüne dönmeyi yine beceremiyorum. Kendimi her gün aynı güne uyanan fantastik bir filmin çaresiz karakterine benzetiyorum. Tek ve en önemli farkla: Ben hep geçmişe uyanıyorum. O ise her gün aynı güne uyanıyor! 

Düşlediğim posta kutusuna gelen mektuplara bir cevap vermek gerekir diye düşünüyorum ama bana hiç soru sorulmamış ki! Nezaketim de cevapsız kalıyor. Gelen mektupların üzerinde bunları kimin yolladığı yazmıyor. Peki bu mektupları kim ya da kimler yazmış? Düşlemeyi öğrendiğim günlerden beri bunların gelmeye başladığını anımsıyorum. Yoksa sonunda ben de başkalarının düşlerine girmeyi mi başardım? Düşe kalka geçen hayatın bu yerinde bir düşün parçası olmak ne harika bir düş? 

Düş(ün)meye gör(ün) bir kere! 

1 Yorum

  • nurettin durman
    3 sene önce Yanıtla

    Mızmızı merak ettim doğrusu. belli ki zihni açık udeba mızmızlanıp ses ediyor aleme.
    Tebrikler.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN