İZMİR İŞGAL VE AŞK

-Ülkü Burhan

Güzel bir gün olacağını hissediyordum Çamlık yolunu adımlarken. Ardımda deniz, önümde telaşsız, sessiz bir sokak… Nilgün Hanım’la önceden randevulaşmıştık. Bana 9 Eylül 2017’de Ahmet Piriştina Kent Müzesine bağışladığı iki Türk bayrağının öyküsünü anlatacaktı. Neydi bayrakların özelliği, niçin bunca yıl ondaydı? Neyi beklemişti onlarla vedalaşmak için? Aklımda uçuşan sorularla verilen adresin beni getirdiği apartmanın önündeydim. Cazım Bey Apartmanı… Zile dokunmadan önce telefondan küçük bir araştırma yaptım. Tahmin ettiğim gibi, burası önceden Cazım Bey Konağıymış. Bezmen ailesine aitmiş. Yıkılıp, kentin dönüşümüne eşlik etmiş, bahçeyi de katınca koca bir apartman olarak dikilmiş semtin en nadide sokağına. 

Portakallı kurabiye ve çayın ısıttığı, Osman Paşa’nın yadigârlarıyla dolu salonda, eşyalardan, duvardaki eski fotoğraflardan, masaya itinayla dizilmiş çoğu Osmanlıca belgelerden gözümü alamaya alamaya konuşmaya gayret ediyordum. Bir an evvel yakından bakmak istiyordum hepsine. 

Nilgün (Beşikçioğlu) Bayder’in annesi Rüçhan Hanım, meşhur Osman Paşa’nın torunudur. Osman Paşa’nın meşhurluğu, Saat Kulesi ve Hicaz Demiryolu inşaatına verdiği altınlardan dolayı ona layık görülen “paşa” unvanıyla alakalı değil. O zaman? 

ATATÜRK’Ü KARŞILAYAN BAYRAK 

15 Mayıs 1919… İzmirliler o sabah yürekleri yanmış hâlde Yunan gemilerinin Pasaport’a yanaşmasını seyrederler. Hüzünleri önce şaşkınlık sonra kırgınlıkla yer değiştirir. Çünkü o sabah yıllarca komşuluk yaptıkları, kardeşçe sarıldıkları yerli Rum dostları geleneksel kıyafetlerini giyip iskeleye doğru koşturur ve Yunan askerlerini bir bayram havasında karşılarlar. Bizimkiler hayret ve üzüntüyle pencereler ardından öylece bakakalır. Sanki komşuları 

bunca zaman bu topraklarda azap çekmişler ve kurtarılacakları günü beklemişler, beklerken de komşuculuk oynamışlardı. Ellerinde salladıkları ve hemen Kadifekale’ye dikilen Yunan bayraklarının rüzgârı bizimkilerin yüreklerini üşütmüş. Kolay değil vatan toprağı işgal altına girmiştir. Üç yıl süren işgalde, sabırlar sınanıyor, kurtuluş umudu yürekte sessiz sessiz büyüyor. 

Gelelim Osman Paşa’ya… 

Nilgün Hanım işgal günlerini büyüklerinin ona anlattığı gibi anlamaya başlıyor. 

“Her gecenin sabahı vardır bunu unutmayın. Güneş karanlığı yutar ve o kâbusu yaşamadın sanırsın. Demiştim ya başta Paşa dedem tekstil işiyle uğraşırmış ve ”Bezci” derlermiş lakaplarına. Bir akşam dedem konağa geliyor ve ev halkını etrafına toplayıp kısık sesle o büyük müjdeyi veriyor. ‘Mustafa Kemal ve askerimiz Allah’ın izniyle sabaha karşı İzmir’e girecek ve işgal bitecek.’ Bunu duyan ev halkı ne bağırabilmiş ne de sevindiklerini belli eden bir harekete meyledebilmiş. Parlayan gözlerden akan sessiz yaşları saymazsak… Paşa dedem son bir sözle sabaha kadar zaten uyku tutmayacak o gözlerin ne işe yarayacağını söylemiş, ‘Evde ne kadar kırmızı ve beyaz kumaş varsa çıkarıp gelin. Türk bayrağı dikeceğiz.’ Bayrakları hiçbir makine kullanmadan ellerinin hüneriyle kısılmış kandiller altında dikmeye başlıyorlar. 

Sabaha kadar üç büyük bayrak dikiliyor konakta. Nefeslerini tutuyorlar adeta. Düşman uyanmasın diye. Haber fısıltı hâlinde başka kulaklarda da yerini buluyor ve halk gözleri yolda kurtuluşu beklemeye başlıyor. Sabaha karşı dedem yanına iki arkadaşını alarak Hatuniye Camii’nde alıyor soluğu. Mustafa Kemal ve askerimiz 

İzmir’e girerken onu bayrağımızla karşılamak için. Camii’nin iki minaresi arasına asıyorlar bayrakları. Çok geçmeden ufukta beliren bir toz bulutu şehri hareketlendirmeye yetiyor. Atlar İzmir’i nal seslerine boğarak önce Kadifekale’ye çıkıyor. Yunan bayrağı yerine Türk bayrağı dikiliyor. İşte burayı iyi dinleyin, hani Yunan gemileri Pasaport İskelesine yanaşırken Rum halkı nasıl coşkuyla koşarken kırdıkları kalpler arkalarından hüzünle bakmışsa, bu kez de Türkler sevinçle kapılarından fırlarken onlar aynı hüznü yaşamışlar.” 

Nilgün Hanım arada gözyaşlarını siliyor ve gururlanarak “İşte o bayraklara bunca yıl gözüm gibi baktım. Bayrakların benim olmadığını, hepimizin olduğunu biliyordum.” diyor. 

Osman Paşa “9 Eylül” sabahı Mustafa Kemal ve askerlerimiz şehre girerken, Hatuniye Camii’nde dalgalanan üç büyük bayrağın onun konağında dikilmiş olmasıyla önem kazanmış biridir. Tam doksan beş yıl aradan sonra Hatuniye Camii’ne asılan, Osman Paşa Konağında dikilen o bayrakların ikisi 9 Eylül 2017 de Ahmet Piriştina Kent Müzesine bağışlanıyor. İşgalin noktalanmasına tanıklık etmiş hâliyle, tarihe dokunmak isteyen gözleri işte orada bekliyor. 

Hikâye burada bitmiyor. 

AŞK BU…  NEREDE YAKALANACAĞIN BİLİNMEZ! 

Nilgün Hanım’a büyük dedesi Osman Paşa hakkında konuşmak için gitmiştim. Ama sohbet bizi bambaşka bir durağa getirdi. 

Fakülteden kalma Osmanlıcamla Nilgün Hanım’ın gösterdiği fotoğraflardaki yazıları Türkçe’ye çevirmeye başlamıştım ki bir fotoğrafa takıldım kaldım. Genç bir kızın fotoğrafı. Siyah beyaz hâliyle… Sol elimde tutmuşum bırakamıyorum. Tek elle çalışıyorum. Nilgün Hanım; “Ülkücüğüm niçin o fotoğrafı bırakmıyorsun?”, “Bilmiyorum, inanın bilmiyorum…” Aradan on dakika geçmemişti ki “O fotoğraftaki kızın kim olduğunu sana anlatacağım.” dedi. Meraklandım. “Fotoğraf bize çok şey söylüyor aslında. Üzerindeki damgayı gördünüz mü? Gül Sokağın en ünlü fotoğrafçısıdır o. Caracalos… Bedia Hanım burada henüz on yedi yaşında bir genç kız. İşgal yıllarının isyanını okuyabilirsiniz yüzünden. Fotoğrafçının adresi bile Fransızca yazıyor burada. Sanki başka topraklarda gibi…” Kadının yüzü kederlenmişti. “Bilmem ne kadar doğru ama bunu size anlatmak istiyorum.” Nefesimi tutmuş bekliyordum. 

Bedia Hanım

“Bedia Hanım birkaç dil bilen çok iyi eğitim görmüş, cevval, tuttuğunu koparan, aynı zamanda da gördüğün gibi çok güzel biri… Daha doğrusu öyle anlatırdı annem.” Sormadan duramadım tabii, 

“Bedia Hanım neyiniz olur?” 

“Anneannelerimiz kardeş. Her ikisi de Şerif Paşa’nın kıymetli kızlarıdır. Şimdi gelelim fotoğrafın sırrına.” 

Geri kalanı ben anlatayım. Kurtuluş günlerinde, Bedia Hanım’ı gören bir çift mavi göz onu bir türlü unutamaz. Kızın ailesini sorar, buldurur ve kızlarıyla evlenmek istediğini bir dünürcü göndererek bildirir. Bedia Hanım’ın babası bu izdivaca karşıdır. Kızının daha okuyacağını söyler. Etraftan duyanlar şaşar bu karara. Mustafa Kemal kızına taliptir ve baba bu evliliği istemez. Hatta kızını Viyana’ya gönderir ve eğitimine orada devam etmesini sağlar. Aradan bir zaman geçer, Mustafa Kemal bu kez Kazım Karabekir’i gönderir. Yine Bedia Hanım’a taliptir. Baba kararından vazgeçmez bir türlü, bu kez kızını İsviçre’ye gönderir. Kadere bakın ki Bedia Hanım yıllar sonra vatanına döndüğünde, Atatürk’ün silah arkadaşı, İsmet İnönü’nün sınıf arkadaşı Harp Akademileri Komutanı Ali Fuat Erden ile evlenir. Orgeneralliğe kadar yükselen Erden’in hayatı boyunca hayranlık duyduğu tek isim (Eşi Bedia Hanım’a vakti zamanında aşık olmuş) Mustafa Kemal’dir. Hatta Atatürk’ü anlattığı kitapları mevcuttur. 

BEDİA HANIM’IN KIZI AYLA 

Bedia Hanım’ın ağabeyi İzmirli iş insanı, emlak kralı (deste anahtarlı) Şerif Remzi Reyent’tir. Evlenmediği için İzmir’in gözdesi Tarihi Asansör de dahil her şeyi Bedia Hanım’ın kızı Ayla’ya bırakır. Ayla, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakan yardımcısı (Ankara Milletvekilliği, Devlet Bakanlığı, Adalet Bakanlığı da yapmış) Mümtaz Ökmen’in oğlu Laçin’le evlenir. 1963’te Pera Palas’ta yapılan düğüne, dönemin ünlü isimleri ve İsmet İnönü katılır. Gelin görün ki Laçin 1976’da İstanbul’da bir cinayete kurban gider. Ayla, dayısından, babasından ve eşinden kalanlarla uzun zaman vergi rekortmenleri arasında yer alır. Tarihî Asansör’ü İzmirlilere bağışlar. Mütevazı hayatı ve kişiliği ile yaşamına acılarıyla devam etmeye çalışır. 2001’de eşine kavuşur. 

Bir çift bayrağın hikâyesiyle başladığım günü, bir çift mavi gözle sürdürüp, hayatın (siyah rengi saklı duran) bir gökkuşağı olduğuna inanarak bitirdim. Geldiğim sokaktan geri dönerken adımlarım yavaş, gözlerim doluydu .

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN