ÇİÇEK SOFRASI

KUDRET AYŞE YILMAZ

Güneş doğacak, buharlaşacak nehirler. Dünya böyle değil mi? Birinin başladığı yerde diğeri biter. Bitmeyen bir şey söyle bana papatya! 

Ah papatya başka lisan öğrenmen için ne de geç! Dünyada sadece iki şey var demek: ya sevmek ya sevmemek. Uçurum yok arada; etrafı henüz sürülmüş, binlerce böceğin meskeni dar bir an var. Sen de en çok oralarda açarsın ya… 

Ben cam ustasıyım. O sarı gözünü dik bana, camı kumdan yapıyorum bak. İnsan dediğin de çamurdan değil mi papatya, cam gibi dağılmaz mı? Hanelerin korsan gözüne takarım yaptığım o camları. Kimi hane gözleri yaşlıdır kimi neşeli. Ama her birinin şarkısı var. Dinlerim. Sevmenin ve sevmemenin ötesini görürüm camlarda. Bir çocuğun buharlaşan nefesini yaşam diye, tencerede kaynayan has çorbanın buğusunu şifa diye, kömürün isini fakirlik diye, yolun tozunu dönmemek üzere bir gidiş diye aldım ezberime. ‘Seviyor sevmiyor’u bu sayede öğrendim. 

Senin çay olduğun bardaklar da benim eserim. Seni içenlerin dudakları önce camlara değer. İçine doluverdiğin vazoları işlerim ateşle cama. Biraz da gardiyandır camlar, heveslerin içe tıkılmasını da benden bil. Esasında tabiatı tam anlasınlar diye hem insanlara hem hanelere okuma gözlükleri keserim. 

Yaptığım camlar kimseleri kesmedi, o hâlde herkesin kalbi niye kanıyor papatya? İnsanlar camlardan daha kırılgan. Cam içinde cam erir de can içinde can neden ayakta? Göçebe bir tarikata dönmüş mazi. Üstelik tohumun içindeki kök, gövde, dal, yaprak, çiçek ve meyve kadar hapsolmuş hayaller yüreklere. Genişlemek için toprağa düşmenin başka bir türlüsü olmalı. Cama sığmalı yürekte bekleşenler. Sıra sıra inmeli yükselen sesler aynı hizaya, nihayet kişi kişiyi işitmeli. Bereketmiş, afetmiş artık gam değil. Aşka düşen gönüller kırılarak çoğalır. 

Salik hayatı boyunca sığınma hâlindedir, ayıklığı sıdk üzeredir. Ayıklar ayıklanacak papatya, tazeler tercih edilir hafızanın kirli tarlasında. Tacı bezdenmiş bak âlimin, kefenini taşırmış taç diye başında. Örül papatya kendi içine şimdi, saçlar sen koksun. Masivadan aralanmış gözlerim ayıp aramıyor, o yüzden yaptığım camların arkasını sırlamıyorum. Camdır bu, düşürürsem kırılır; sevgiye de ansızın bu yüzden mi sığındık? 

Her şey camlara yansırken, şeffaflaşmışken son kez söyle: Seviyor mu, sevmiyor mu? Sarı gözünü yum biraz, dinle. Nefese doy, dinlen. Sevmek dediğimiz şey vaktinde gelmekle ilgilidir papatya. Zamanını bulamamış hiçbir sevgi manaya erişemez. Sevmek senin sarı gözünse sevilmemek o incecik belindir. Kırılıverir sevilmeyen her garibin boynu kökünden. Sen beyaz çeperin koparılırken falını çığlık çığlığa söylersin de sevilmeyenin hikâyesi kırk boğumu aşıp yükselemez. 

İnsan olmak nefsi dikkate almamak kararlığında bekleyen bir sakinliktir. Bir ayağım kızgın yağda erirken bir ayağım göklere ağmış sudan bulutlarda. Hadi tüm camlarla kimsesizlere köşkler yapalım! Onların sevinçleri yetsin bize papatya. 

Yürek kadarsa insanın yeri kâinatta, yürek kırar bu nedenle unutulmak. Öfke avuca sığar yumruk olup inince eski camlara; lakin sevgi sığmaz yüreğe. Dünyadaki tüm diller aslında bir cam kırılganlığıyla “seviyorum” demek için yaratılmış sanıyorum. Kırda kimseden medet ummayışın kadar benziyorsun sevgiye. Dünya krallığında tacım sensin. 

O hâlde söyleyeyim papatya: Sevdik mi sevmedik mi önemli değil. Sevmeyi öğrendik mi öğrenemedik mi sen onu söyle ömrün kışı gelmeden. 

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN