ÜSTATLAR KONUŞUYOR

-SERHAT DEMİREL

“BİZ HER ŞEYİ GENÇLİĞE BIRAKACAĞIZ. GELECEĞİN ÜMİDİ, IŞIKLI ÇİÇEKLERİ ONLARDIR. BÜTÜN ÜMİDİM GENÇLİKTEDİR.”

20. yüzyılın başlarında yenilgilere, aşağılanmalara ve güvensizliğe mahkûm olmuş bir ülke vardı: Osmanlı. Ve aynı tarihte, o ülkeyi canlandıran, ona yeni bir ruh üfleyen bir lider yaşadı: Mustafa Kemal Atatürk. Dehalar birkaç yüzyılda bir yetişir, derler. Atatürk, o ender dehalardan biriydi işte!.. 

1881’de Selanik’te dünyaya geldi. Osmanlı’nın Avrupa’sı yahut Avrupa’nın Osmanlı’sında… 7 yaşında babasız kaldı. Asker olmak değil, ülkesini çekip çevirmek, onu yönetmek, tekrar ayağa kaldırmak istiyordu. Zaten doğuştan liderdi. Çocukken oynadığı oyunlarda bile arkadaşları onun direktiflerine göre hareket ediyordu. Selanik ve Manastır’da askerî eğitim gördü. Bu okullarda bilgisi, kültürü sürekli genişliyordu. Fransızcayı bu senelerde öğrendi. Ardından İstanbul Harp Akademisi’nde kendi askerlik dehasını geliştirecek eğitimini aldı. 1905’te artık Kurmay Yüzbaşı’ydı. 

Mustafa Kemal, 1918’e kadar, özellikle de 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın mücadele ettiği hemen her cephede bizzat görev aldı, orduları komuta etti. Şam, Trablusgarp, Çanakkale… Çanakkale’de Miralay, Suriye ve Filistin Cephesinde Yıldırım Orduları Komutanıydı. Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de üyesi olmuştu. 

Ve Kurtuluş Savaşı… Bir milletin küllerinden doğuşu onun cesareti, liderliği ve öncülüğüyle gerçekleşti. İstanbul Hükümeti’nden beklediği desteği bulamayan Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce memleketindeki tabloyu şöyle anlatır: 

1335 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devleti’nin dâhil bulunduğu grup, Harb-i Umumi’de mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir hâlde. Millet ve memleketi Harb-i Umumi’ye sevk edenler kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahidettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine aciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız padişahın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı. Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilaf Devletleri, mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da… Bundan başka, memleketin her tarafında, anasır-ı Hristiyaniye hafi, celî, hususi emel ve maksatlarının temin-i istihsaline, devletin bir an evvel çökmesine sarf-ı mesai ediyorlar. 

Daha pek çok ayrıntısıyla resmettiği bu vahim tablo karşısında Mustafa Kemal eli kolu bağlı duramayacak, bütün mesaisi ve varlığıyla kendisini milletini kurtarmaya adayacaktı. Ne İngiliz himayesi ne Amerikan mandası! Atatürk kararını vermiştir: 

Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyet-i millîyeye müstenid, bilakayd ü şart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek! 

Ona göre, esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Ve bu esas ancak İstiklal-i tamma malikiyetle temin 

olunabilir. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır, diyen Atatürk için parola bellidir: Ya istiklal ya ölüm! 

Kurtuluş Savaşı, işte böyle bir süreçte Türk milletinin dirilişi kadar Mustafa Kemal’in askerî dehasının da en parlak sahnelerini tarihe geçiriyordu. Sakarya Savaşı’ndaki başarısıyla artık Gazi unvanının da sahibi olan Atatürk, Ankara’da geçici bir hükûmet kurmuş ve kurtuluş hamlelerini buradan yönetmeye başlamıştı. Nihayet, bu zorlu, sancılı, çetin savaşlar dizisi sona erdi ve Lozan Anlaşması ile birlikte yeni Türkiye devleti resmen ilan edildi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in de kabulüyle Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. 

Tam dört dönem cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Atatürk, ülkesini kalkındırmak, medeni bir seviyeye ulaştırmak için yılmadan çalıştı. Eğitim, sağlık, kültür ve akla gelebilecek her alanda reformlar, yasalar ve teşviklerle topyekûn bir kalkınma hamlesi başlattı. O, cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’yi modern bir ülke hâline getirebilecek bütün imkânları seferber ediyordu. Ta ki 1938 yılının 10 Kasım gününe kadar… O günde, sadece Türk milleti değil bütün dünya ulusları bir dâhinin artık aramızda olmayışına kederlenmekte ve ona, tarihteki en büyük asker ve devlet adamlarından biri olan Atatürk’e derin bir saygı duymaktaydı. 

Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır! 

Herkes ölümlüdür… Ancak bazıları kalplerde ve zihinlerde daima, herkesten daha çok yaşar. Atatürk, işte o ölümsüz ölümlülerdendi! Şimdi, Türk evladının kalbinde ve kafasında yaşıyor. 

Saygıdeğer Paşam, sizinle bugün gençliğe dair konuşmak istiyoruz. Biliyoruz ki, genç nesilden büyük beklentileriniz var. Neler umuyorsunuz Türk gençliğinden? 

Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını öncelikle kendi düşüncelerinde iyice kararlaştırılmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilir bir hâle getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. 

Türkiye Cumhuriyeti, varlığını en çok size borçlu. Peki, canla ve kanla inşa edilen bu devletin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Tekrar aynı şeylerin yaşanmasından korku duyuyor musunuz? 

Milletin bağrından temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak! 

Gençlere çok kıymet verdiğinizi biliyoruz. Peki siz, gençlerin de sizi ne kadar çok sevdiğini ve kendilerine bir rehber olarak gördüklerini biliyor musunuz? 

Bu memleketin gençliği, hakkımda pek büyük sevgi gösterdi. Bu kadar lâyık olduğumu bilmiyordum. Arkadaşlar! Bu memleketi ve bu milleti yüzyıllardan beri berbat edenler çoktan ölmüştür. Bütün gençlik, buna iman etmelidir. Bizim kanımız akmadıkça bunlar bir daha geri gelmeyecektir. 

Gençlik diyoruz ancak genç olmak aynı zamanda büyük bir sorumluluk da… Onların karşısına çıkabilecek engeller nelerdir sizce? Ve nasıl aşmalılar bu engelleri? 

Büyük olmak için hiç kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefkûre ne ise onu görecek, hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna mütehammil olacaksın; önüne nihayetsiz manialar yıkacaklardır. Kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın. Bundan sonra da sana büyüksün derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin. 

Geçmişte, daha doğrusu çok yakın bir zamanda yaşadıklarımız bizim için birer ders niteliğinde değil midir? 

Başımıza neler örülmek istenildiği ve nasıl karşı koyduğumuz ve daha doğrusu milletin arzu ve emellerine uyarak ve onun yardımıyla nasıl çalıştığımız görülmeli ve gelecek kuşaklar için ibret ve uyanıklığı gerektirmelidir. 

Bugünün gençlerine hitaben ne söylemek istersiniz? 

Türkiye Cumhuriyeti’nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün Batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Bu belli. Fakat zekânı unut! Daima çalışkan ol. 

Geleceğe dair en ümitli olduğunuz şey nedir? 

Biz her şeyi gençliğe bırakacağız. Geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir. 

Sizin sözlerinize çok değer veren gençlerimize son olarak ne söylemek istersiniz? 

Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı… Gerçek zaferi siz kazanacak ve devam edeceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN