BEKARLIK ALLAH VERGİSİ Mİ?
-Hüseyin Akın
Bekarlık çok şeyler anlatır: İnsan kendisini bile taşıyamazken hangi akılla bir insanın görünür görünmez ağırlıklarını da yüklenir? Aklın ve mantığın gösterdiği yolu izlediğinde sonuç bellidir: “Aklın yolu “bir”dir. Yani teklik, bekarlık da diyebilirsiniz buna. Temayül ve duygu dünyası insanın aklını çelmeseydi bekarlığın saltanat rejimi bütün zamanların hâkim ideolojisi olabilirdi. Hayatın varını yoğunu tek başına taşıma cesareti olmayan insan sevincine, mutluluğuna olduğu kadar kederine ve kabahatine de bir ikinci kişiyi ortak etmek ihtiyacı hissetmiştir. Bu ortaklıktan hayata hükümet etmek için ilk koalisyon husule gelmiştir. Ol sebeptendir ki ne erkek ne kadın bu dünyada tek başına iktidar olmayı başaramamıştır.
Bekarlık çok kişiyi ağlatır: Bekar hayata tek kişilik pencereden bakar. Azlığı ile odalara sığmaz. Kendi dışındakilerin müşterek derdidir. Dört bir yanı çöpçatanlarla çevrilidir. Eş-dost, hısım-akraba, konu-komşunun nesnesidir bekar. Kendisine her daim kafiye aralığından bakan ablaları vardır. Bekarın evi içi gibidir. Hiçbir şey yerli yerinde değildir. Arapça “bikr” kökünden gelir bekar kelimesi. Farsça “bîkâr” (işsiz, aylak) kelimesiyle de alâkâ kuranlar olsa da ikisi farklı şeydir. Her ne kadar “bekar” sözcüğü Arapça olsa bile bizim milletimizin bekarlığı hep Türkçe olmuştur. “Bekar odası” ifadesinde yer alan “bekar” evlenmeme durumunu değil işsiz anlamını içerir. Bekarlık tek başınalığın zorunlu tefekkürü ile muhataptır. Francis Bacon’a “Topluma en büyük eserleri evlenmemiş olanlar vermişlerdir.” dedirten belki de bu zorunlu tefekkürdür. Beş şıktan birini işaretleme kararsızlığı kimilerinde bir ömür devam eder. Hayatının kırk yılını bekar evlerinde geçiren şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı yaşadığı yalnızlığa tam da bu yüzden sesini yükseltip “Saadet bu ömrün neresinde?’’ diye sormuştur: “Bu akşam ilk olarak ağladım/ Bekar odamın penceresinde/ Hani ev bark hani çoluk çocuk”
Bekarlık bekarı aldatır: İddialı bir cümle kurduğumun farkındayım. Ama yine de söylediğim şeyin arkasındayım. Kaç bekar gördümse hepsi realiteyi olağanüstü biçimde abartıyordu. Seçeneksiz kalmış ya da bu gezegende kendine uyan bir eş adayı kalmamış gibi cümleler kuruyorlardı. Aslında ortak sıkıntıları “beklentiyi abartmak”tan başka bir şey değildi. Ahmet Haşim bu abartıcıların piri sayılabilir. Çünkü hiç kimse onun kadar bu konuda mübalağaya kaçmamıştı. Haşim bekarlığı “Büyük medeniyet mahsulü” olarak nitelendirir. (Paris, Frankfurt… Yahut Hiç) İptidailikten medeniyete, köyden şehre geçtikçe evlilerin azalıp bekarların çoğalmaya başladığını savunur. Ne kadar süslü cümleler kurulup iddialı sözler söyleseler de edebiyatçılarımızın büyük çoğunluğu ömürlerinin sonuna doğru bekarlık güzellemelerinden çark etmişlerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal’in bu meyanda pişmanlıklarını ifade eden birçok ifadesi vardır. Haşim’e gelince, büyük konuşmuş ve ölümünden kısa süre önce hasta yatağında bir kadınla nikahlanmıştı. Yusuf Ziya Ortaç’ın “Portreler”inde yazdığı üzere neredeyse ölüm döşeğinde kıyılan bu nikahtan sonra Haşim şöyle demiştir: “Ooooh, şimdi bahtiyarım, ben de arkamda gözleri yaşlı bir dul bırakacağım.”
Bekarlık Allah vergisi değildir: Allah vergisi değilse ne yani devlet vergisi mi? diye sorduğunuzu işitir gibiyim. Demem o ki insan bekar doğdu diye bekar yaşayacak diye bir şey yok. Lakin işin bir vergi tarafı da yok değil elbet. “Madem evlenmiyorlar, o zaman bekarlardan vergi alınsın.” fikri bazılarımızın sivrilmiş zekâlarından dönem dönem neşet edebiliyor. Sanırım tek başına yaşama bir konfor biçmiş olanların kafasından çıkıyor bu fikirler. Mesela Millî Mücadele yıllarında nüfusun artırılıp bekarları evliliğe teşvik etmek için evlenmemiş olanlardan vergi alınma kanun teklifi meclise sunulmuştur. Önce Canik Milletvekili Hamdi Bey (19 Ekim 1920) sonra “Mecburi Teehhül Hakkındaki Kanun Teklifi” ile Erzurum Milletvekili Salih Efendi (22 Şubat 1921) aynı teklifte bulunmuştur. Bu teklifler mecliste kabul görmese de bazı milletvekilleri tarafından 1944’e kadar dönem dönem “Bekarlık Vergisi” teklifi yinelenmiştir. Bu şu demek oluyor galiba: “Siz bir an önce birine evlilik teklifi yapmazsanız, biz meclise gidip “bekarlık vergisi” teklifinde bulunuruz!”
Bekarlığın edebiyatı çok cılız: Edebiyatımızda “Şair Evlenmesi”ne yer verilmiş “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” adıyla bir roman yazılmış, fakat ortada bekarlık temalı fazla bir şey göremiyoruz. Ömer Seyfettin’in “Bekarlık Sultanlıktır” başlıklı seri hikâyeleri ile Sabahattin Ali’nin “Bir Delikanlının Hikâ yesi” isimli hikâyeyi saymazsak bekarı, bekarlığı ve bekar evlerini anlatan fazlaca bir şey yok gibi. Bu arada Sevim Burak’ın “Bekar” isimli küçürek öyküsünü anmadan geçersek haksızlık olur. Şöyle anlatıyor bir bekarın parçalanmışlık öyküsünü Sevim Burak: “Bana iğne iplik verin/ Az iplik, yün, ipek, pamuk/ Bu iğne kalındır/ Ne yapacaksınız? / Yakamı dikeceğim” (Palyaço Ruşen, s.121)
Bekarlığın da bir felsefesi var: Aşk iki kişilik olsa da düşünme ve tefekkür tek kişiliktir. Kimse kimsenin yerine düşünemez. Herkes kendi başına düşünür. Evli insan her şeyi iki kişi ile başlayan ve gittikçe çoğalan (aile) bir gelişim seyri ile muhakeme eder. Beğenileri de endişeleri de tepkileri de özgünlüğünü kaybedip müşterek bir hamuleye dönüşür. Eşlerin bir araya gelmesiyle birlikte aşk, sevgi, muhabbet ve sorumluluktan doğan birbirlerini düşünme hassasiyeti zamanla birbiri için düşünme, birbiri yerine düşünme hâlini alır. Bu durumda evli yaşayıp bekar düşünmek gibi yeni durum kendini gösterebilir. Bekarlar için bekar yaşayıp evli düşünmek gibi bir durum söz konusu bile değildir. Aidiyet ile sahibiyet ve mensubiyet arasında birbirine karıştırılmaması gereken tarafları galiba bir kez daha düşünmek gerekiyor.