KARACAOĞLAN HANGİ PARTİYE OY VERDİ?

Hepimizin farklı farklı aidiyet ve mensubiyetleri var. İnsan artık yaşadığımız çağda aidiyet ve mensubiyet hissiyle ayakta kalabiliyor. Aslında bu hisler insanın yaratılışında ona verilmiş hisler. Aidiyet ve mensubiyet ihtiyacı, insanı bireysellikten toplumsallığa, bencillikten bizcilliğe götüren birer ihtiyaç. Bu da insanı, daha çok insan haline getirip olduğundan daha ileride bir yere götürür fakat bugünün insanı, aidiyet ve mensubiyetlerini daha çok insan olmaktan ziyade daha az insan olmak için değerlendiriyor. Daha az insan yani daha düşük, daha ilkel. Düşük insan olmak bir insan için bu dünyada karşılaşabileceği en büyük lanetlerden biri olsa gerek çünkü düşük insan, her kötüyü yapmaya teşnedir. Toplumsal suçlular düşük insandır mesela. Tacizciler, tecavüzcüler, kitlesel soyguncular, kul hakkı yiyenler, teröristler, adaletsizler ilh. Ve bir insanı düşük insan yapan sebeplerden birisi de ait ve mensup olduğu yer/his/kurum/fikir gibi kavramlara karşı nasıl tavır aldığı ve insanlığı ile aidiyet ve mensubiyeti karşı karşıya geldiği zaman hangisini tercih ettiği. 

Dünyadayız, burada yaşıyoruz ve şunu kesin olarak bilmek gerekiyor ki dünyaya ait hiçbir şeyin içinde mutlak doğru yok. İnsanın zihni ve kalbinin dışına çıktığımız zaman elimizin dokunup burnumuzun kokladığı, gözümüzün görüp kulağımızın işittiği hiçbir şey mutlak doğru vaadinde bulunmuyor bize. Mutlak doğru ancak insanın kalbinde, o kendisinin bile zaman zaman girmeye ve ulaşmaya korktuğu derinde bir yerde yaşıyor. Mutlak doğru, insanın başını yastığa koyduğunda göğsünün içinde yer alan o et parçasının huzurlu olup olmadığını hissettiği yerde yaşıyor. Bunun dışında kalan herkes ve her şeyin sorgulanması, değerlendirilmesi, değillenmesi mümkün ve gerekli. Kendi sorgulamalarını yapıp ezberlerini yeniden gözden geçirerek gerektiğinde bütün inandıklarını, bütün ezberlerini, bütün aidiyet ve mensubiyetlerini yok saymadıkça insan, kendi insanlığına hep uzak kalacak. 

Türkiye’de bugünün mutlak doğrusu politika. İnsanlar ait yahut mensup oldukları politik zemini sorgulanamaz, değiştirilemez, üzerine konuşulamaz olarak görüyor ve buna inanıyorlar. Kendilerini hangi politikacıya ait hissediyorlarsa, o politikacıya da hatadan ve günahtan münezzeh bir kadir-i mutlak gözüyle bakıyorlar. Mensup oldukları politik zemin dışında kalan herkesi düşman, herkesi öteki ve herkesi yaşama hakkı olmaması gereken bir güruh olarak değerlendiriyorlar. İşte bugünün düşük insan tavırlarından biri bu. Hâlbuki çok basit düşünmek gerekiyor; aynı ideolojiye sahip olan dostlar tuttukları takımlarda farklılık yaşayabiliyorlar yahut tam tersi. Yılların dostları birbirlerine rakip kurumlarda çalışabiliyor. Karı-koca hayata aynı yerden bakmayabiliyor. Baba/anne- çocuk bambaşka dünyalara inanıyor. Bütün bunların hepsi aslında yeryüzünü daha yaşanabilir bir hale getirmesi gerekirken bugün ise daha yaşanılmaz bir duruma getiriyor. 

Türkiye özelinde konuşursak, Türk modernleşmesiyle birlikte hayatımızın içine dâhil olan ideolojik görüşler son iki yüz yıldır bizi oldukça yıprattı. Bir ideolojiye mensup olmakla o ideolojinin kulu olmak arasındaki farkın ne olduğunu bugün bilmiyoruz. Türkiye’yi bütün yönleriyle, bütün insanlarıyla, inançları, dilleri, yaşayışlarıyla birleştiren en büyük etkenlerden biri türkülerimizdi. Milliyetçisi de, sosyalisti de, İslamcısı da, demokratı da, Alevi’si de, Sünni’si de Karacaoğlan’ın bir türküsünü dinleyerek ağlayabiliyordu. Erzurumlu Emrah’la, Âşık Ömer’le Seyrani ile Gevheri ile Âşık Veysel ile Muhlis Akarsu ile dertlenebiliyordu. Ülkücü bir şair olan Abdürrahim Karakoç’un Mihriban şiirini Alevi bir sanatçı olan Musa Eroğlu besteliyordu. Nakşibendî halifesi olan Âşık Ruhsatî’nin; “Bu kadar parayı sana kim verdi” şiirini sosyalist Grup Kızılırmak besteleyip okuyabiliyordu. Bunun gibi nice örnekler… Aslında bu örnekleri vermek bile bir utanç kaynağı. Zaten olması gereken bir şeyi, matah bir şeymiş gibi anlatıyor olmak bizim için yeter bir lanet. 

Eğer bir yerlerde gerçek sanattan bahsediyorsak orada işte insandan bahsedebiliriz. Eğer insandan bahsediyorsak da insanı insan yapan bütün değerlere iman ediyoruz demektir. Çünkü bütün insanlar âşık olur, bütün insanlar ölüm acısı, ayrılık acısı çeker. Yani insanın derdi her yerde her zaman aynı. Fakat artık türkülere bile tahammülümüzün kalmadığını, sanatın artık bizim için önemli bir şey olmadığını, bilakis politikanın ve ideolojinin altında alelade değersiz bir şey olduğunu görüyoruz Türkiye’de. Bu bir bataklık. Bu bataklık her şey içine çekerek yok edecek güçte bir bataklık. Eğer sanatın iyileştirici gücüne inanmaz da sanatı bile politikanın altına düşürmüş olmakta ısrar edersek dünyaya ve insana dair soracağımız tek sorunun kalitesi ve mantığı bundan fazla olmayacaktır: 

“Karacaoğlan hangi partiye oy verdi?” 

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayınlanmayacaktır.

YAZMAYA BAŞLAYIN VE ARAMAK İÇİN ENTER TUŞUNA BASIN